Bu yazıda ortalama düzeyde eğitimli vatandaşlarımızı hukuksal konularda genel olarak bilgilendirmek için bazı basit bilgiler vereceğim. Bu yazı, bütün hukuksal konuları kapsayan, sistematik (şematik), akademik bir çalışma değildir. Halkın geneli bakımından önemli olan konular özet olarak belirtilmiştir. Bazı kavram ve terimler, halkın rahatça anlayabilmesi için, hukukçuların kullandığı özel anlamda değil, genel anlamda kullanılmıştır (örneğin, “geçerlilik”, “yürürlük”, vs.). Önemle hatırlatırım ki, vatandaşlarımız burada yazdığım bilgileri kendi anladıkları kadarıyla yorumlayarak hiçbir hukuksal işlem yapmamalı, hangi hukuksal meseleyle karşı karşıya iseler mutlaka o konuda uzman bir hukukçuya danışmalıdırlar.
Bu yazı, aşağıdaki başlıklara ayrılmıştır:
A) YASALAR (KANUNLAR) VE “MEVZUAT”
Yasalar Yazılı Olur (Halka İlan Edilir) - Resmi Gazete (RG)
Uluslararası Anlaşmalar (Sözleşmeler, Konvansiyonlar)
B) MAHKEMELER
Genel Sınıflandırma
Adliye Binalarımız
Adliye Çalışanları (Adli Personel)
C) YARGIÇ (HAKİM) - SAVCI - AVUKAT
Bazı Basit İstatistikler
Yargıçlar (Hakimler)
Savcılar (Cumhuriyet Savcıları)
Avukatlar (Vekil, Müdafi, Muhami)
Ç) ÇEŞİTLİ ADLİ KURUM VE KURULUŞLAR
Polis (Emniyet, Güvenlik, Kolluk)
Noterler
Bilirkişiler (Ehlivukuf, Ehlihibre)
Adli Tıp Kurumu
Özel Hafiyeler (Dedektifler)
Siciller (Kütükler)
D) BAZI TEMEL KAVRAMLAR
Dilekçe (Arzuhal, İstida)
Dosya
Müzekkere
Duruşma
Çapraz Sorgu
Davacı - Davalı
Karşı Davacı - Karşı Davalı
Sanık - Mağdur - Müşteki (Şikâyetçi) - Müdahil - “SZG”
Müdafi - Vekil
Soruşturma - Takipsizlik (KYO) Kararı - İddianame - Kovuşturma
Şüpheli (Zanlı) - Sanık - Hükümözlü - Mahkum
Arama - Yakalama - Suçüstü (Cürm-ü Meşhud) - Gözaltı (Nezaret) - Gözlem Altı (Müşahede) - Tutuklama (Tevkif)
El Koyma - Müsadere
Tahliye (Salıverme) - Beraat - Davanın Düşmesi - Davanın Reddi - Davanın Kabulü - Kısmen Kabulü
Temyiz - İstinaf - Yüksek Yargı - İçtihatı Birleştirme Kararı (İBK)
İcra - İnfaz - Haciz - Şartlı Tahliye (Koşullu Salıverme)
UYAP (Ulusal Yargı Ağı Projesi)
A) YASALAR (KANUNLAR) VE “MEVZUAT”
Devletimizin binlerce yasası vardır. Her yasa konusuna göre adlandırılır: Örneğin, “Ceza Yasası”, “Kira Yasası”, “Bankalar Yasası”, vb. Ayrıca, her yasaya özel bir numara verilir: Örneğin, “6570 sayılı yasa (Kira Yasası)”, “647 sayılı yasa (Ceza İnfaz Yasası)”, vb. Bazı yasalar kısadır; yalnızca birkaç maddeden (cümleden) ibarettir. Bazı yasalar ise uzundur; yüzlerce sayfa tutar, bazen binden fazla madde içerir.
Yasaları Türkiye Büyük Millet Meclisi (“TBMM”) yapar. Kısaca “Meclis” veya “Parlamento” da deriz. Bazı ülkelerde, “kongre”, “senato”, “avam (halk) kamarası”, “lordlar kamarası”, vs. aynı anda birkaç meclis vardır. Yurdumuzda böyle farklı meclisler yoktur; Meclis tektir.
Yasaları yaparken, milletvekillerimiz (mebuslarımız) beraberce, ortaklaşa karar verirler. Ama genellikle milletvekillerimizin hepsi anlaşamaz; yani, “oybirliği” sağlanamaz. Sonuçta, yasalar milletvekillerinin yalnızca belli bir çoğunluğunun istediği şekilde çıkar. Azınlıkta kalan milletvekillerinin istekleri reddedilmiş olur.
TBMM dışında hiç kimse yasa çıkaramaz. Tek başına cumhurbaşkanı veya başbakan ya da topluca bakanlar kurulu (yani, hükümet) dahi yasa çıkaramaz.
Yasaları çıkarma yetkisine (gücüne), “yasama erki” (eski tabirle, “teşri kuvveti”) denir. İşte bu yasama erki, TBMM’ye aittir. Ama, TBMM’nin dahi yasa yapma yetkisi sınırsız değildir. TBMM herhangi bir yasayı çıkardıktan sonra, Anayasa Mahkemesi o yasayı kısmen (yani, sadece bazı maddelerini) veya tamamen iptal edebilir (yani, geçersiz sayar, yürürlükten kaldırır).
Çıkarılmış olan yasaları uygulama (tatbik etme) yetkisine (gücüne), “yürütme erki” (eski tabirle, “icra kuvveti”) denir. Yasaları çiğneyenleri (ihlal edenleri) yargılama (muhakeme etme) yetkisine (gücüne) ise, “yargı erki” (eski tabirle, “kaza kuvveti”) denir.
Bütün medeni devletlerde aynen bu şekilde üçlü gruplandırma (sınıflandırma) vardır. Yani, devleti oluşturan yalnızca bu üç (3) kuvvet (yasama, yürütme ve yargı) vardır. Bu üç kuvvet dışında hiçbir kuvvet yoktur, olamaz; yeni bir kuvvet yaratılamaz. Örneğin, siyasi partiler, askerler, polisler, avukatlar, basın (yani, gazeteciler, televizyoncular, medya, vb.), bankalar, holdingler, şirketler, dernekler, vakıflar, sendikalar, üniversiteler, profesörler, köylüler, çiftçiler, işçiler, esnaflar, tacirler, tarikatlar, cemaatler, mezhepler, şeyhler, dervişler, müritler, vs. hiçbiri birleşerek veya ayrı ayrı, kendi aralarında, dördüncü, beşinci, altıncı, vs. şekilde hiçbir yeni devlet kuvveti kuramazlar. Yani, devletin yukarıda saydığım üç yetkisi (yasama, yürütme ve yargı) dışında kendi kendilerine devletin içinde yeni bir yetki (kuvvet) alanı oluşturamazlar.
Ancak, dernekler, vakıflar, sendikalar, üniversiteler, siyasi partiler, basın, vb. kurumlar elbette toplumsal yaşamımızda etkilidirler. Bunlara, “baskı grupları” denir. Günümüzde, “sivil toplum kuruluşları” (STK’lar), başka bir deyişle, “sivil toplum örgütleri” (STÖ’ler) vardır. Bunlar özellikle dernekler, vakıflar ve sendikalardır. Yasal ve meşru yollardan devletin siyasetini, ekonomik yönetimini, sağlık, öğrenim, vb. pek çok alanı etkilemeye çalışırlar. Bunu yapmak yasak değildir.
Yukarıda saydığım üç yetki (yasama, yürütme ve yargı), mutlaka ayrı kişilerde, birbirinden farklı devlet kurumlarında (kamu makamlarında) olur. Bu güçlerden ikisi veya üçü tek bir kişiye, tek bir devlet kurumuna bağlanamaz. Eskiden, krallar, padişahlar, sultanlar veya soylular sınıfı, aristokrat senatoları, aşiret meclisleri, vs. varken, bazen iki yetki, hatta bazen üç yetkinin hepsi birden, tek bir kuruma, hatta bazen de tek bir kişiye bağlı olabiliyordu. Örneğin, bir kral, kuralları (yasaları) hem kendisi koyuyordu, hem istediği zaman keyfine göre kendisi değiştiriyordu, hem kendisi uyguluyordu (sözlü veya yazılı emirler veriyordu), hem de kuralları çiğneyenleri yine bizzat kendisi yargılayıp cezalandırıyordu. Böyle krallar, sultanlar, vb. artık yalnızca çok geri kalmış ülkelerde görülebilir. Çağdaş ülkelerde, tabi ki bizim yurdumuzda da, halk bu şekilde yönetilmez.
“Devlet başkanımız”, cumhurbaşkanımızdır. Aynı anda iki veya daha fazla kişi cumhurbaşkanı olamaz. Yani, devletimizin başında yalnızca tek bir kişi bulunur. Yukarıda belirttiğim “yürütme” yetkisi, cumhurbaşkanımıza aittir. Ama, fiiliyatta, kendisi bu yetkiyi “hükümete”, daha doğrusu, başbakana bırakır (devreder).
“Hükümet başkanımız”, başbakanımızdır. Yani, hükümetimizin başında da tek bir kişi vardır; iki kişi birden başbakan olamaz. Başbakan, “bakanlar kurulunun” da başkanıdır. Cumhurbaşkanının fiilen başbakana devrettiği yürütme yetkisini, başbakan tek başına kullanmaz, kendisi de bu yetkisini fiilen bakanlarıyla beraberce, bölüşerek kullanır. Ama, tabi son söz başbakanındır.
TBMM’nin (Meclis’in) de bir başkanı vardır, ona “Meclis Başkanı” deriz. Ama, Meclis Başkanı Meclis’i yönetmez, yani Meclis’e karşı üstün bir yetkisi yoktur. Genelde, Meclis’teki oturumları, tartışmaları, görüşmeleri, oylamaları yönetir, yani adeta tarafsız bir hakem gibidir.
Meclis’te beş yüz elli (550) milletvekili (mebus) için yer vardır. Ölüm, istifa, vb. nedenlerle yerler boşalırsa, sonraki seçimlerde yerler yeniden doldurulur. Seçim yapılmadan, herhangi bir vatandaş boşalan yere milletvekili olarak atanamaz. Yasama erki, bir anlamda işte bu 550 milletvekili arasında eşit şekilde bölüşülmüştür.
Mevzuat: Yasaların nispeten daha az önemli ve daha ayrıntılı olanları, “tüzük”, “yönetmelik”, vb. kurallardır. Bunlara topluca, özetle “mevzuat” denir.
Aynen askeri hiyerarşideki gibi (onbaşı, yüzbaşı, binbaşı, vb.), yasa ve mevzuat arasında da hiyerarşi (ast - üst, memur - amir ilişkisi) vardır. En üstte Anayasa vardır. Önemine göre, büyükten küçüğe doğru, şöyle sıralanır:
1) Anayasa (Teşkilatı Esasiye Kanunu, Kanunu Esasi): Her devletin yalnızca bir tane anayasası olur. Bazı devletlerde, örneğin İngiltere’de anayasa yoktur. Padişahlık biterken, cumhuriyet kurulurken ve kurulduktan sonra, bugüne kadar çeşitli anayasalarımız olmuştur. Anayasalarımız hangi yıl yapıldıysa ona göre adlandırılır (“1921 Anayasası”, “1924 Anayasası”, “1961 Anayasası”, vb.). Son anayasamız, yani bugün geçerli (yürürlükte) olan anayasamız, 1982 Anayasası’dır. İlk defa 1982 yılında çıkarılmıştır ama bugüne kadar pek çok maddesi çeşitli yıllarda değiştirilmiştir; yine de adının başında “1982” yazılır. 1982 Anayasası’ndan önceki anayasalarımız artık yürürlükten kalkmıştır (yani, artık geçersizdir).
2) Yasalar (Kanunlar): Yasalar Anayasa’ya uygun olmak zorundadır. Yani yasalardaki kurallar Anayasadaki kurallarla çelişik (çatışmalı) olmamalıdır, birbirlerine ters düşmemelidir. Yasaların altında kalan kurallar da (tüzük, yönetmelik, vs. mevzuat) yasalara uygun olmak zorundadır. Örneğin, herhangi bir yasada “18 (on sekiz) yaşından küçüklere otomobil kullanma ehliyeti verilmez” diye bir yasak yazıyorsa, yasanın altındaki herhangi bir tüzükte, yönetmelikte, vs. “17 (on yedi) yaşındakilere de ehliyet verilebilir” diye bir serbestlik tanınamaz, çelişkili kural getirilemez. Tersi şekilde, “yalnızca 21 (yirmi bir) yaşından büyüklere ehliyet verilir” diye yasaya aykırı bir kısıtlama da getirilemez. Çünkü, yasa gerekli yaşı (18) kesin olarak belirlemiştir. Aşağı veya yukarıya oynatılamaz. Kısacası, aynen memur - amir ilişkisi gibi, alttaki kural üstteki kurala uymak zorundadır.
3) “Kanun Hükmünde Kararnameler”, Kararnameler, Tüzükler (Nizamnameler): Bunları genelde hükümet (başbakan ve bakanlar kurulu beraberce) çıkarır. Hepsi, bir üstteki yasaya (bazen, “çerçeve yasa” denir) uygun olmak zorundadır. Tüzük yapmak için Danıştay’ın o konuda önceden iznini (yazılı onayını) almak gerekir.
4) Yönetmelikler: Bunları genelde tek tek bazı bakanlar (bakanlıklar) veya nadiren de olsa birkaç bakanlık birlikte çıkarır. Herhangi bir yönetmelik çıkarmak için Danıştay’ın önceden iznini (yazılı onayını) almak gerekmez. Ama Danıştay sonradan o yönetmeliği kısmen (yani, sadece bazı maddelerini) veya tamamen iptal edebilir (yani, geçersiz sayar, yürürlükten kaldırır).
5) Tebliğler, Sirkülerler, Genelgeler, Özelgeler, vb.: Bunları, devletin çeşitli organları, yani cumhurbaşkanı, başbakan, bakanlar, müdürler, müsteşarlar, vs. yetkililer çıkarabilir.
Yasalar Yazılı Olur (Halka İlan Edilir) - Resmi Gazete (RG)
Yasalar ve mevzuat mutlaka yazıya dökülür, yani yazılı olur, sözlü olmaz. Yalnızca herhangi bir yerde (halka açık konuşma, miting, radyo veya televizyon duyurusu, vs.) sesli olarak okunup vatandaşların hepsine ilan edilmiş varsayılamaz. Her vatandaşın bütün yasaları ve mevzuatı bulmak, okumak, öğrenmek hakkı vardır.
Yazılı olma zorunluluğu, özellikle “ceza hukuku” bakımından önemlidir. Çünkü, ceza hukuku, vatandaşın hayatında diğer hukuk sahalarına göre daha ağır (ciddi) sonuçlar doğurur.
Evlenme, boşanma, velayet, vesayet, evlat edinme, miras, ticaret, bankacılık, sigorta, kredi, borç, alım - satım, kira, işçi - işveren hakları, sendikalar, dernekler, vakıflar, vs. gibi hukuksal meseleler, genelde para kaybı veya kazanılması, yani tazminat ödenmesi, işten veya üyelikten çıkarılma, vb. sonuçlara yol açar. Ama, bu meselelerin hiç birinin sonunda tutuklanmak, hapse girmek yoktur (bazı çok istisnai durumlar hariç, örneğin, karşılıksız çek yazmak, vb.). Oysa, ceza hukukuyla ilgili meselelerin sonunda, tutuklanmak ve hatta mahkum olup hapis yatmak söz konusu olabilir.
Bu nedenle, bütün vatandaşlarımız özellikle ceza yasalarımızı önceden bilmek, okumak, öğrenmek hakkına sahiptir. Hiçbir vatandaş, bir ceza yasasını çiğneyip de yakalandığında, “ben bunun suç olduğunu bilmiyordum” diyemez. Daha doğrusu, “bilmiyordum” diyerek kendisini savunamaz, cezadan kurtulamaz. Bütün çağdaş ülkelerde aynı kural vardır. Yani, yalnızca bizim devletimizin uydurduğu, zalimane bir kural değildir.
Bu kuralın vatandaşlar için avantajı da vardır. Şöyle ki, ceza yasaları bazen değişir. Eskiden yasak (suç) sayılan bir fiil (eylem), gün gelir yasak olmaktan çıkar. Örneğin, eskiden bizde “zina” suç sayılırdı. Sonra ceza yasası değişti ve bugün artık zina “suç” değildir (tabi, aldatılan eşe boşanmak hakkı verir, o başka). Zina suçu işlediği için yargılanmakta olan, hatta mahkum olmuş olup da hapiste yatmakta olan herkes yasak kalktığı için artık suçlu sayılmaz, cezaları düşer (silinir). Şimdi, ceza yasası yeniden değiştirilse ve zina tekrar yasaklansa, geçmişte zina işlemişseniz, suçlu sayılmazsınız. Ancak, yeni yasa yürürlüğe girdikten sonra zina işlerseniz suçlu sayılırsınız.
Daha ayrıntılı bir örnek vereyim: Bugün, medeni nikâh kıydırmadan önce, dini nikâh (imam nikâhı, kilise nikâhı, vb.) kıydırmak suçtur. Yani, bir kişiyle imam nikâhı yapmadan önce, o kişiyle mutlaka medeni nikâh yapmak (resmi evlilik işlemi yaptırmak) zorundasınız. Medeni nikâhla evlendikten sonra, isterseniz imam nikâhı da yaptırabilirsiniz. Varsayalım ki, siz bugün yasaya uygun olarak önce resmi evlilik yaptınız, sonra da imam nikâhı kıydırdınız. Hemen yarın, ceza yasası değişse ve artık imam nikâhı yaptırmak tamamen yasaklansa, suç işlemiş sayılmazsınız. Çünkü, “ALEYHİNİZDEKİ” ceza yasası kuralları, GERİYE YÜRÜMEZ; yani, geçmişe doğru etki yapmaz. Yalnızca, geleceğe etkilidir.
Tersi örnek de geçerlidir. Varsayalım ki, bugün imam nikâhı tamamen yasak olsun. Siz bu yasağı çiğneyip imam nikâhı kıydırıp da yakalanırsanız, yargılanmaya başlarsınız. Sizin yargılandığınız sırada, ceza yasası değişip de imam nikâhı serbest bırakılırsa, siz de artık yargılanmaktan kurtulursunuz. Çünkü, “LEHİNİZDEKİ” ceza yasası kuralları, GERİYE YÜRÜR; yani, geçmişe doğru etki yapar. Yalnızca geleceğe değil, geçmişe de etkilidir. Bir anlamda, sizin için geçmişe dönük olarak “af” çıkmış olur. Hatta, yargılanmanız bitmiş ve diyelim ki mahkum edilip hapse girmiş bile olsanız, yeni yasa imam nikâhını serbest bıraktığı için, hemen hapisten çıkarılırsınız. Hapis cezanız derhal iptal edilir, hatta adli sicil kaydınız da değiştirilir, bu suçla ilgili olarak siciliniz temizlenmiş olur (Not: Yasaya aykırı olarak imam nikâhı yapılırsa, hem erkek, hem kadın, yani eşlerin her ikisi de, ve hem de imam suçlu olur).
Resmi Gazete (RG): Yasalar ve mevzuatın çoğu, çıkarıldıktan (yazıldıktan) sonra bütün halkımıza duyurulmak için yayınlanır. Yayınlanmazsa, yürürlüğe giremez, yayınlanana kadar geçerli olmaz. Devlet, her gün (milli ve dini bayramlar hariç) Ankara’da “Resmi Gazete” basar ve bütün yurtta dağıtır. Bazı günler, birden fazla Resmi Gazete yayınlanabilir. Bunlara “mükerrer” denir. Yasalar ve mevzuat dışında başka bazı resmi konular da (bazı mahkeme kararları, uluslararası anlaşmalar, kamu ihaleleri, vb.) Resmi Gazete’de yayınlanır. Amaç, bütün vatandaşları yasal konulardan, resmi işlerden haberdar etmektir.
Dikkat! Resmi Gazete’de yasaların ve mevzuatın hepsi yayınlanmaz. Bazıları gizlidir, bu yüzden yayınlanmaz. Bazıları da önemsiz olduğu için yayınlanmaz.
Resmi Gazete, bütün vatandaşlara tek tek dağıtılmaz. Bedava değildir, ücretle satılır. Ama, bakkalda, markette, vs.’de satılmaz. Baştan peşin para ödeyip gazeteye abone olmak lazımdır.
Resmi Gazete’leri İnternet’te aşağıdaki bağlantıdan ilgili tarihlerine göre arayarak okuyabilirsiniz:
Uluslararası Anlaşmalar (Sözleşmeler, Konvansiyonlar)
Her devlet gibi, bizim devletimiz de, kendi isteğine bağlı olarak, başka devletlerle anlaşmalar (sözleşmeler) yapabilir; yeni hukuk kuralları kabul edebilir. Bu uluslararası hukuk kuralları, yalnızca devletin resmi organlarını değil, bazen doğrudan doğruya vatandaşlarımızı da (bireyleri de) olumlu veya olumsuz olarak etkileyebilir. Çünkü, bu uluslararası hukuk kurallarının bazıları “otomatik” olarak devletimizin yasaları arasına katılmış olur.
Hatta, böylece kabul edilen uluslararası hukuk kuralları, bir anlamda kendi yasalarımızdan da üstün olur. Çünkü, Anayasa Mahkemesi, bazı yasalarımızı (yani, Anayasa’ya aykırı düşen kendi yasalarımızı) iptal etme yetkisine sahiptir ama uluslararası anlaşmaları, Anayasa’mıza aykırı düşseler bile, iptal etme yetkisine sahip değildir. Kısacası, devletimizin imzaladığı bir uluslararası anlaşma, Anayasa’ya aykırı düşerse, Anayasa’mız çiğnenmiş olur, uluslararası anlaşma Anayasa’mıza üstün gelmiş olur.
Örneğin, bugün ülkemizde on sekiz (18) yaşındakilerin veya daha büyüklerin devletin resmi ruhsatına sahip genelevlere, randevu evlerine, vs. gitmesi serbesttir (kanunen yasak değildir). Devletimiz, uluslararası bir anlaşma imzalasa ve o anlaşmada, “bütün genelevler kapatılacaktır, genelev işletmek, genelevde çalışmak, geneleve müşteri olarak gitmek, vs. hepsi yasaktır”, şeklinde bir kural (yasak) yazılı olsa, artık bu yeni kural bizim de yasamız sayılır, hatta daha üstün sayılır. Çünkü, eğer bizzat bizim devletimiz böyle bir yasak getirseydi, belki Anayasa Mahkemesi bu yasayı iptal edebilirdi (yasağı kaldırabilirdi). Ama, böyle bir yasak artık devletimizin kabul ettiği (imzaladığı) uluslararası bir anlaşmada yazılan bir kural olursa, Anayasa Mahkemesi bu yasağı kaldıramaz (kuralı iptal edemez).
B) MAHKEMELER
Yazımın en başlarında belirttiğim gibi, devletimizde “yasama”, “yürütme” ve “yargı” olmak üzere, üç kuvvet (yetki) vardır. Tekrar hatırlatmak gerekirse, yasama yetkisi, TBMM’ye (Meclis’e) aittir. Bu yetki, adeta beş yüz elli milletvekilimiz arasında eşit olarak paylaşılmıştır. Yani, yasama yetkisinin sahibi tek bir kişi değildir. Oysa, yürütme yetkisi’nin sahibi, tek bir kişidir, o da cumhurbaşkanımızdır. Ama, yine yazımın en başlarında belirttiğim gibi, cumhurbaşkanımız bu yetkisini fiilen başbakana devretmiştir. Başbakanımız da, devraldığı bu yetkiyi, fiilen bakanlar kuruluyla beraber kullanır. Basitçe tekrarlarsak, cumhurbaşkanı, bir devlet dairesindeki müdür gibidir. Kendisine bir “vekil” (müdür muavini, müdür yardımcısı) atamıştır. İşte bu kişi başbakandır. Müdür yardımcısı da işleri emrindeki memurlar (yani, bakanlar) vasıtasıyla görür.
Devletin “yargı” yetkisine gelirsek, bu kuvvetin başında da tek bir kişi yoktur. Bu yetki, yurdumuzdaki mahkemelerimizin (yani, yargıçlarımızın) hepsi arasında paylaşılmıştır. Kısacası, yargı yetkisi, binlerce yargıcımız arasında eşit şekilde bölüşülmüştür. En temel ilke (prensip) şudur ki, yargı yetkisi (kuvveti) bakımından, hiç kimse (adalet bakanı ya da başbakan ve hatta cumhurbaşkanı bile) yargıçlarımızın hiç birinden daha üstün değildir. Ayrıca, hiçbir yargıcımız da bir başka yargıcımıza karşı üstün değildir. Yani, yargıçlar da kendi aralarında eşittir. Her yargıç bağımsızdır, özerktir. Basit bir benzetme yaparsak, her yargıç bağımsız bir prens gibidir. Kraldan bile emir almazlar. Her prensin kendi toprağı, kendi yetki sahası vardır. Ne kral ne de diğer prensler bir başka prense karışamaz.
Tekrarlıyorum ki, mahkemelerimiz tek bir merkezden yönetilmez, tek bir başkanları (baş yargıç, vb. bir kişi) yoktur. Şimdi, mahkemelerimizin görev ve yetkilerini inceleyelim.
Genel Sınıflandırma
Mahkemelerimiz, dava konuları ve kendi aralarındaki yetki dağılımına göre, çok çeşitlidir. Hepsinin farklı adı vardır. Örneğin, Anayasa Mahkemesi, Yargıtay, Danıştay, Askeri Yargıtay, Askeri Yüksek İdare Mahkemesi, Ankara Bölge İdare Mahkemesi, İstanbul Bölge İdare Mahkemesi, (vb. başka “bölge idare” mahkemeleri), Ankara 1. Ağır Ceza Mahkemesi, Ankara 2. Ağır Ceza Mahkemesi, vb., İstanbul 1. Ağır Ceza Mahkemesi, İstanbul 2. Ağır Ceza Mahkemesi, vb., illerimize ve ilçelerimize göre işte böyle “ağır ceza”, “asliye ceza”, “sulh ceza”, “asliye hukuk”, “sulh hukuk”, “idare hukuku”, “vergi hukuku”, “icra ve iflas hukuku”, “ticaret hukuku”, “iş hukuku (işçi - işveren anlamında)”, “tapu ve kadastro hukuku”, “aile hukuku (evlilik - boşanma, velayet, vb.)”, “tüketici hakları”, “çocuk hakları”, “deniz hukuku”, vs. adı altında pek çok mahkememiz vardır. Kısacası, bu şekilde sınıflandırırsak, yurdumuzda yaklaşık altı bin (6000) adet mahkeme bulunmaktadır.
Yurdumuzdaki nüfusun artmasına, il ve ilçelere göre dağılımına, dava sayısının azalıp çoğalmasına ve çeşitlenmesine, yargıç ve savcı kadrosuna ve sayısına ve başkaca pek çok ölçüte (kıstasa) göre, devletimiz istediği zaman yeni mahkemeler açabilir, istediklerini kapatabilir, istediklerini birbiriyle birleştirebilir, istediklerini birbirinden ayırabilir, vs.
Bütün illerimizde, her çeşit mahkeme bulunmaz. Nüfusu az olan illerimizde, az sayıda mahkeme bulunur. Çünkü, nüfus bakımından küçük illerimizdeki dava sayısı azdır. Nüfusu kalabalık olan illerimizde, daha fazla sayıda ve çok çeşitte mahkeme bulunur. Çünkü, büyük illerimizde dava sayısı çoktur.
Örneğin, bazı illerimizde bir tane ağır ceza mahkemesi bulunabilir. Ama daha kalabalık illerimizde, genelde ilçelere göre dağılmış olarak, beş, on, hatta yirmi veya daha fazla ağır ceza mahkemesi bulunabilir. Tabi, büyük illerimizde de, her ilçede ağır ceza mahkemesi bulunmaz; kalabalık ilçelerde ağır ceza mahkemeleri bulunur, küçük ilçelerdeki ağır ceza davaları büyük ilçelerdeki ağır ceza mahkemelerinde görülür. Benzer şekilde, her ilimizde “Bölge İdare Mahkemesi” bulunmaz. Bu mahkemeler yalnızca büyük illerimizde bulunur. Bugün için yaklaşık otuz (30) ilimizde Bölge İdare Mahkemesi bulunmaktadır. Kısacası, mahkemelerin yurt çapındaki sayısı, çeşiti ve dağılımı, nüfus ve dava sayısına göre belirlenir.
Elbette, örneğin, eğer ağır ceza mahkemesi bulunmayan bir ilçemizde ağır ceza suçları çok artarsa, devletimiz o ilçede de bir ağır ceza mahkemesi açabilir. Amaç, vatandaşa kolaylık sağlamaktır. Çünkü, ağır ceza mahkemesi açılmazsa, küçük ilçedeki ilgili vatandaşlarımız ağır ceza davaları için her defasında başka ilçeye gidip gelmek zorunda kalır.
Mahkemelerimiz (yargıçlarımız), en temel ilke (prensip) olarak, yukarıda belirttiğim üzere, birbirlerinden bağımsızdır, özerktir. Hiçbiri, bir diğerine üstün değildir. Ama yine de, dava konusu açısından bakarsak, aralarında derece (alt - üst ilişkisi) vardır. Aşağıdan yukarıya doğru, basit bir şekilde şöyle sıralanabilir:
“Sulh” mahkemeleri (“sulh hukuk” ve “sulh ceza” olarak ikiye ayrılır): En basit (kolay, az karmaşık olan, para değeri düşük veya vatandaşı ilgilendiren meselenin önemi az olan, hiç hapis cezası olmayan veya kısa hapis cezası olan, vb.) davalara bakar. Sulh ceza davalarında, duruşmada savcı bulunmaz.
“Asliye” mahkemeleri (“asliye hukuk” ve “asliye ceza” olarak ikiye ayrılır): Sulh mahkemelerine nispeten daha önemli davalara bakar. Asliye ceza davalarında, duruşmada savcı da bulunur.
“Ağır ceza” mahkemeleri: En ciddi (ağır) suçlara bakar. Bu nedenle, ağır ceza mahkemelerimizde, bir (1) yargıç değil, üç (3) yargıç bulunur. Amaç, davanın (suçun) ciddiyeti nedeniyle, meselenin çözümlenebilmesi için bir’den fazla yargıcın mesai harcaması ve yargıçlardan herhangi birinin ön yargılı (tarafgir) olmamasını (keyfi davranmamasını) sağlayabilmektir.
Mahkemelerimizin çeşitlerinde, adlarına dikkat etmek gerekir. Hepsi birbirine paralel gitmez. Örneğin, “ağır ceza mahkemesi” diye bir mahkeme çeşiti vardır, ama “ağır hukuk mahkemesi” diye bir mahkeme çeşiti yoktur. “Sulh idare mahkemesi” veya “asliye idare mahkemesi” diye bir mahkeme çeşiti de yoktur. Normal vatandaşın bu teknik ayrıntıların hepsini bilmesi şart değildir. Bunları bilmek, davaları bu mahkeme çeşitlerine göre açmak, avukatların işidir.
Yalnız, vatandaşlarımız özellikle şu konuda dikkatli olmalıdır: Önceden bir avukata (veya başka bir uzman hukukçuya) danışmazsanız, bu yüzden davanızı yanlış mahkemede açarsanız, yargıç davanızı reddeder (bir anlamda, davayı kaybetmiş olursunuz); boşuna zaman ve para harcamış olursunuz. Hatta, bazen hakkınızı tamamen kaybedersiniz. Sonradan doğru (yetkili) mahkemede dava açsanız bile, artık süreyi kaçırmış olduğunuz için, hakkınız tamamen geçmiş (zaman aşımına uğramış, bitmiş) olur.
Adliye Binalarımız
Mahkemelerimiz, resmi devlet binalarında bulunur. Davalar bu binalarda görülür; duruşmalar bu binalarda yapılır. Sokakta, lokantada, parklarda, bahçelerde, taşıt araçlarında (gemide, uçakta), vs. mahkeme kurulmaz, dava görülmez, duruşma yapılmaz.
Bazı durumlarda, mahkemelerimiz (yani, yargıçlarımız) delil toplamak için, adliye binası dışına da (sokak, ev, iş yeri, dükkân, okul, hastane, vs.) gidebilirler, oralarda resmi işlemler de yapabilirler (ilgili kişilerden bilgi alırlar, tutanaklar tuttururlar, vs.). Buna “keşif” denir.
Başka bir resmi devlet kurumunun olduğu yerde (mekânda) mahkeme olmaz. Örneğin, Başbakanlık veya Adalet Bakanlığı binasında, herhangi bir ilimizin valilik binasında (vilayet konağında), herhangi bir ilçemizin kaymakamlığında, il veya ilçe emniyet müdürlüklerinde, askerlik şubelerinde, belediye binasında, tapu veya nüfus müdürlüğünde, devlet hastanesinde, vs. mahkeme olmaz.
Örneğin, herhangi bir vatandaşımız, “ben valiye giderim, konuşurum, derdimi anlatırım, olmazsa ona dilekçe veririm, dava açarım”, diye düşünmemelidir. Dava açmak için mutlaka ilgili mahkemeye gitmek gereklidir. Valiye dilekçe vermekle dava açılmaz. Vilayet binasının içinde mahkeme de bulamazsınız. Mahkemenin bulunduğu binaya gidip davanızı orada açmalısınız.
Adliye binalarında pek çok departman, daire, birim, oda bulunur. Örneğin, yargıçlarımızın ve savcılarımızın çalışma odaları (makamları), onlara yardımcı olmak üzere, bir anlamda sekreterlik (yazı işleri, kâtiplik) hizmeti sağlayan “kalem” odaları, duruşma salonları, müracaat savcılığı, nöbetçi savcılık, dosyaların saklandığı arşiv deposu, vatandaşın adli sicil kayıtlarını çıkartabileceği odalar, baro odaları, fotokopi, faks, bilgisayar ve internet odaları, vestiyer, delillerin muhafaza edildiği adli emanet bürosu, mahkeme harçları için para yatırma veznesi, acil durumlar için sağlık ilk yardım odası, polis odası, kütüphane, postane (PTT), yemekhane, çayhane (çay ocağı), büfe (tost, sandviç, ayran, vs.), kafe, tuvaletler, vb. pek çok yer vardır.
Tabi, bunların hepsi her mahkememizde (her adliye binasında) bulunmaz. Küçük adliyelerde bunların bazıları bulunur, büyük adliyelerde, hepsini bulabilirsiniz.
Adliye Çalışanları (Adli Personel)
Adliyelerimizde genel olarak karşılaşacağınız kişiler, yargıçlar, savcılar, başsavcı, icra/iflas müdürleri ve memurları, kalem müdürleri ve memurları, zabıt (tutanak) kâtipleri, mübaşirler, emniyet görevlileri (“kolluk kuvveti”, yani polisler), arşiv memurları, odacılar, çaycılar, vb. görevlilerdir. Bu kişilerin çoğu devlet memurudur. Sınavla seçilirler, kurs ve staj görürler, çeşitli memuriyet görevlerine atanırlar, yurdumuzun çeşitli yerlerinde görev yaparlar, zaman zaman yeniden sınava girerler, terfi ederler, daha üst kademede memurluğa geçerler.
Adliyelerimizde yukarıda sayılanlar dışında en çok karşılaşacağınız kişiler arasında avukatlar, avukat stajyerleri ve hukuk fakültesi öğrencileri vardır. Avukatlar devlet memuru değillerdir (istisnaen, memur olanlar da vardır). Ama yine de Avukatlık Kanunu’na göre, “kamu hizmeti” yaptıkları varsayılır ve nispeten “resmi” görevli sayılırlar.
Avukatlar, “serbest meslek mensubu” sayılırlar. Genelde, kendi büroları vardır. Ama, bazı avukatlar kendi adına çalışmaz, bir başka avukatın yanında veya herhangi bir şirkette, dernekte, vakıfta, vb. özel kurumlarda sigortalı olarak (bir anlamda, “işçi” olarak) çalışırlar.
Bazı avukatlar, isterlerse devlet memuru da olabilirler. Bunun için özel sınava girerler, kurs ve staj görürler, sonra devlet adına avukatlık yapmaya başlarlar. Artık onlar da resmen devlet memuru sayılırlar (örneğin, “Hazine avukatları”).
Kalem Müdür ve Memurları: Yukarıda da belirttiğim üzere, yargıçlarımız ve savcılarımıza yazı işlerinde (müzekkere yazılması, tutanak tutulması, çeşitli devlet daireleriyle muhaberat (haberleşme), fotokopi çekilmesi, dosyaların düzenlenmesi, vb. işlerde) yardımcı olmak üzere bir anlamda “sekreterlik” (kâtiplik) görevi gören memurlar vardır. Bu memurlar, adliyelerde “kalem” adı verilen odalarda görev yaparlar. Bir kalem odasında genelde birkaç memur çalışır ve bunların başında bir de kalem müdürü bulunur.
Genelde, her mahkemenin (örneğin, Ankara 1. Asliye Hukuk Mahkemesi, Ankara 2. Hukuk Mahkemesi, vs.) ayrı kalemi (yani, kalem odası) olur. Kalemler de örneğin şöyle adlandırılır: “Ankara 1. Asliye Hukuk Mahkemesi Kalemi”, “Ankara 2. Asliye Hukuk Mahkemesi Kalemi”, vs.
Savcılarımız, başsavcılarımız, icra müdürlerimiz için de aynı şekilde onlara yardımcı olmak üzere ayrı kalem odaları vardır.
Duruşma yapma, ifade alma, keşif yapma, vb. iş ve işlemler dışında, vatandaşlarımız dilekçelerini sunarken, sözlü açıklamalar yaparken, sorular sorarken, bilgi talep ederken, vs. işlerde normal olarak yargıçlarımız ve savcılarımız vatandaşla doğrudan muhatap olmazlar. Vatandaş, bu işlemlerini kalem odasında bulunan memurlar vasıtasıyla yapmak zorundadır. Kısacası, istisnai durumlar dışında, vatandaş doğrudan yargıçların, savcıların odalarına girerek dilekçeler veremez, belgeler sunamaz, sorular soramaz, bilgi alamaz.
Bunun nedeni, yargıç ve savcılarımızın mesailerinin gereksiz (yani, sekreterlik işlerine bakan kalem memurlarının kolayca halledebileceği) işlerle bölünmemesidir. Ayrıca, bazen yargıç ve savcılarımız odalarında bulunmayabilirler. Çünkü, duruşmada olabilirler, adliye dışında keşfe gitmiş olabilirler, vb. daha pek çok işleri olabilir. Bazen saatlerce, hatta günlerce odalarında bulunamayabilirler. Oysa, ilgili kalem memurlarını mesai saatleri içinde her zaman odalarında bulabilirsiniz. Bu sayede, vatandaşlar boşuna saatlerce beklemeden, zaman kaybetmeden, resmi işlemlerini kalem memurlarıyla halledebilirler.
Mübaşirler: Mübaşir adı verilen memurlar da bir kaleme bağlı çalışırlar. Genelde dosyaların muhafazası, sıralanması, getirilip götürülmesi, taşınması, vb. işlere bakarlar.
Ayrıca, duruşma görülürken genelde duruşma salonunda emre hazır bir şekilde beklerler, duruşmayı yöneten yargıcın çeşitli emirlerini yerine getirirler, duruşmaların sırasına göre ve düzenli (disiplinli) bir şekilde yapılmasını sağlarlar, her davanın duruşmasından hemen önce duruşmanın az sonra başlayacağını yüksek sesle duyurarak ilgili tarafların (davalı, davacı, şüpheli, sanık, mağdur, vb.) ve tanık, avukat, vb. diğer ilgililerin duruşma salonuna çağrılmaları, salona alınmaları, duruşmadan sonra salondan çıkarılmaları, vb. işleri görürler.
Yazının devamı iki bölüm olarak aşağıdaki bağlantı adreslerindedir:
Yazının tümünü tek parça halinde ve farklı bir formatta aşağıdaki bağlantı adresinde de bulabilirsiniz:
Tahsin Dirse Yalçın
25 Ocak 2011