Özgürlük İçin... Pardus...

25 Ocak 2011 Salı

Vatandaş İçin Basit Hukuk Bilgileri (2)


Yazının önceki bölümü aşağıdaki bağlantı adresindedir:
Yazının tümünü tek parça halinde ve farklı bir formatta aşağıdaki bağlantı adresinde de bulabilirsiniz:
C) YARGIÇ (HAKİM) - SAVCI - AVUKAT
Adliyelerde, mahkemelerde, savcılıklarda, duruşmalarda, kısacası, genel olarak bütün “hukuk” dünyamızda, en önemli üç kişi (taraf), yargıçlar, savcılar ve avukatlardır. Yukarıda bu kişiler hakkında bazı bilgiler verdim. Şimdi başka bilgiler vereceğim.
Bazı Basit İstatistikler
Ülkemizde yaklaşık dört bin (4000) savcı ve sekiz bin (8000) yargıç görev yapmaktadır. Oysa, yargıç ve savcı toplam kadro sayısı, yaklaşık on beş bin (15.000) adettir. Yani, yaklaşık üç bin (3000) kişilik yargıç ve savcı açığımız bulunmaktadır. Aslında, boş kadrolar doldurulsa bile, 15.000 kişilik kadro ülkemizin nüfusuna ve dava sayısına göre çok azdır. Ülkemizin nüfusu yaklaşık yetmiş dört milyon (74.000.000)’dur. Ayrıca, açılmış ve sürmekte olan milyonlarca dava bulunmaktadır.
Çeşitli kaynaklarda belirtildiğine göre, Avrupa standartları esas alınırsa, toplam en az otuz bin (30.000) yargıç ve savcımız bulunmalıdır.
Nüfusumuza oranlarsanız, yaklaşık olarak, her on sekiz bin (18.000) vatandaşımıza yalnızca bir (1) savcı, her dokuz bin (9000) vatandaşımıza ise yalnızca bir (1) yargıç düşmektedir. Görüleceği üzere, vatandaşlarımızın ihtiyaçlarını karşılamak için gereken yargıç ve savcı sayısı çok azdır.
Maalesef, işte özellikle bu yüzden ülkemizde davalar çok uzun sürmektedir. Aslında, devletimiz, zaman geçtikçe, yargıç ve savcı sayısını arttırmaktadır. Örneğin, on (10) yıl önce, toplam yargıç ve savcı sayımız yaklaşık altı bin (6000) idi.
Elbette, hukuksal sorunlarımızı, davalarımızı çözmek için yalnızca yargıçlar ve savcılar görev yapmamaktadır. Yurdumuzda, avukatlar da, devlet memuru olmasalar bile, vatandaşların hukuksal sorunlarının büyük bir bölümünü çözmeye yetkilidirler ve böyle yapmaya da çalışmaktadırlar.
Avukatlık Kanunu’na göre, avukatlar da “kamu hizmeti” yapan kişiler arasındadırlar. Avukatlar, vatandaşlar arasındaki pek çok ihtilafı (uyuşmazlığı), daha dava aşamasına geçmeden halledebilmektedirler. Sulh (barış), uzlaşma, ihtarname/protesto çekmek, sözleşme, taahhütname yazmak, vb. yollar kullanabilmektedirler. İşte bu sayede, mahkemelerimizin, adli personelimizin, emniyet güçlerimizini (polisimizin), vb. kamu görevlilerimizin iş yükünü bir nebze de olsa hafifletebilmektedirler.
Ülkemizde ilgili il barolarına kayıtlı yaklaşık yetmiş bin (70.000) avukat bulunmaktadır. Ancak, bunların hepsi avukatlık mesleğini sürdürmemektedirler (faal değildirler, başka işler yapmaktadırlar, yazarlık, akademisyenlik, gazetecilik, siyaset, ticaret, vs.). Örneğin, İstanbul Barosu’na kayıtlı yaklaşık yirmi beş bin (25.000) avukat vardır ancak bunların yaklaşık beş bini (5000) fiilen avukatlık yapmamaktadır. Basit bir hesapla, İstanbul’daki avukatların yüzde yirmisi (%20) fiilen avukatlık yapmamaktadır.
Aynı yüzdelik oranı, ülkemizde barolara kayıtlı toplam avukat sayısına (70.000) oranlarsak, bugün ülkemizde fiilen avukatlık yapan yaklaşık elli beş bin (55.000) kişi bulunduğunu varsayabiliriz. Bu da demektir ki, ülkemizde her bin üç yüz (1300) vatandaşımıza bir (1) avukat düşmektedir. Görüleceği üzere, daha yukarıda yaptığımız hesaplamaya göre, aynen yargıç ve savcı sayımızın yetersizliği gibi, yurdumuzdaki avukat sayısı da yetersizdir.
Yargıçlar (Hakimler)
Yargıçlarımız, hukuk fakültesi mezunu olmak zorundadır (bazı idare mahkemeleri yargıçları istisna olarak iktisat, maliye, mülkiye, vb. mezunu olabilirler). Fakülteden mezun olduktan sonra, isterlerse devletin açtığı sözlü ve yazılı sınavlara girerler, kazanırlarsa devlet kadrosuna geçerler (memur olurlar). Sonra birkaç yıl kurs (staj) görürler. Daha sonra da, belirli bir kadro ünvanıyla ve memuriyet derecesiyle görevlerine başlarlar.
Genelde, öncelikle “adli” veya “idari” yargıç olarak ayrılırlar. Adli yargıçların bazıları da görevlerine önce “savcı” olarak başlar, bazıları mesleklerine savcı olarak devam eder, bazıları ise sonradan yargıçlığa geçirilirler.
Bilindiği üzere, çok çeşitli devlet memuru vardır. Devlet tabibi (doktor, hekim), öğretmen, emniyet görevlisi (polis), asker (subay, general, vb.), vali, kaymakam, vergi memuru, şoför, odacı, temizlik işçisi, vb. yüzlerce memur çeşiti vardır. Yukarıda belirttiğim üzere, yargıçlarımız da devlet memurudurlar ama diğer devlet memurlarının çoğuna göre bazı üstünlükleri, bazı özel hakları, ayrıcalıkları vardır.
En başta, bağımsız ve özerk olmaları, bazı özel “özlük haklarına” (maaş, tazminat, izin, vb.) sahip olmaları gelir. Çoğu devlet memuru, üstlerinin, amirlerinin emrine tabidir, çok sayıda emir ve talimat alırlar ve bunlara uymamazlık (yani, emir ve talimatları yerine getirmemezlik) edemezler. Aksi takdirde, disiplin cezası alırlar. Oysa, yargıçlarımıza emir ve talimat verebilecek kişi yoktur. Ama, elbette yargıçlarımız da yasalarla ve kendi mesleklerinin gerektirdiği disiplin kurallarıyla bağlıdırlar. Hatta, bu disiplin kuralları diğer mesleklere göre oldukça sıkıdır (ağırdır). Duruma göre, yargıçlar da disiplin cezası alabilirler, hatta meslekten atılabilirler. Belli bir yaştan sonra zorunlu olarak emekli edilirler. Yani, sağlıkları, zindelikleri, çalışabilme kabiliyetleri yerinde olsa ve kendileri mesleğe devam etmek isteseler bile, buna izin verilmez.
Savcılar (Cumhuriyet Savcıları)
Halk dilinde kısaca “savcı” deriz ama aslında, bugün, resmi ünvanları “Cumhuriyet Savcısı” şeklindedir. Eski tabirle, “müddeiumum”, yani, kamu, amme, halk adına iddiada (suçlamada) bulunan kişi demektir.
Savcılarımızın statüsü de yargıçlarımızınkine çok benzer. Savcılar da hukuk fakültesi mezunu olmak zorundadırlar. Mezuniyetten sonra sınavla devlet memuriyetine alınırlar ve yukarıda yargıçlar hakkında belirttiğim şekilde mesleklerine başlarlar ve ilerlerler.
Savcılarımız, genelde yalnızca “ceza hukuku” ile ilgili davalara, yani, suçlarla ilgili sorunlara bakarlar. Örneğin, terör, adam öldürme, yaralama, tecavüz (cinsel saldırı), hırsızlık, gasp (yağma), dolandırıcılık, sahtekârlık, kalpazanlık, rüşvet, kaçakçılık (silah, uyuşturucu, vs.), hakaret, iftira, vs. yüzlerce çeşit suç vardır. Oysa, yargıçlarımız, hem ceza davalarına hem de hayatımızın her alanını ilgilendiren diğer bütün davalara bakarlar. Örneğin, ticaret, alım-satım, kredi-borç, tapu (gayrımenkul, yani taşınmaz), kira, miras, boşanma, velayet, vesayet, işçi-işveren hakları, bankacılık, sigortacılık, vs. binden fazla dava çeşiti vardır.
Savcılar, görevleri icabı, vatandaşı “suçlayan” taraftır. Tabi ki, bu suçlamayı kamu, yani halk adına yaparlar. Suçlanan vatandaş, işlediği suçla, halka bir zarar vermiş sayılır (örneğin, gıda maddelerine zehir katmak, bir binayı bombalamak, orman yakmak, vs). Bazen, doğrudan bütün halka topluca herhangi bir zarar gelmemiş ve fakat, bir veya daha çok vatandaşımıza zarar gelmiş olabilir (örneğin, adam öldürmek, birinin malını çalmak, birine hakaret etmek, vs.). Bu durumda, savcı, bir veya daha fazla vatandaşımız adına, yani, onların haklarını savunmak için, başkaca bir veya daha fazla vatandaşımızı suçlar. Yani, bu gibi durumlarda savcı adeta vatandaşın avukatlığını yapar.
Örneğin, tecavüze (cinsel saldırıya) uğrayan bir kadın, isterse bir avukat tutar ve tecavüzcüyü bulmasını, yakalatmasını, mahkemede yargılatmasını, sonunda hapse attırmasını bu avukattan isteyebilir. Bunun karşılığında, tecavüze uğrayan kadın, normal olarak, avukata bir ücret ödemek zorundadır. Oysa, kadın istemezse avukat tutmaz. Avukat tutmak yerine, savcıya (veya isterse polise) şikayet eder ve savcı, avukatın normalde ücret karşılığı yapacağı yukarıda yazdığım bütün işleri tecavüze uğrayan kadının haklarını savunmak için “bedavaya” yapar. Tabi, savcılarımız da ücretlerini (daha doğrusu, maaşlarını) zaten devletten almaktadırlar.
Savcılarla yargıçlarımızın görevlerini ve yetkilerini basit bir şekilde karşılaştırırsak (mukayese edersek), yargıçlarımız, aynen savcılarımız gibi devlet memurudurlar ama yargıçlarımız hiçbir zaman “suçlayan” kişi olmazlar. Yargıçlarımız, her zaman “tarafsız” (objektif, ön yargısız, peşin hükümden uzak) olmak zorundadırlar. Yargılama (yani, duruşma) yaparken, vatandaş ister “tanık” olsun, hatta isterse “sanık” olsun, yargıçlarımız “suçlarmış gibi” konuşamaz, vatandaşa o şekilde (yani, vatandaş peşinen suçluymuş gibi) davranamaz, o şekilde imâlarda bulunamaz. Birini suçlamak işi, yalnızca savcıların görevidir. Yargıçlarımız, adeta tarafsız bir “hakem” gibidirler.
Basitçe söylersek, savcı suçlar, avukat savunur, yargıç ise tarafsız olarak hem savcıyı, hem avukatı dinler ve sonunda, savcıyı veya avukatı kayırmadan, yani hiçbirinin tarafını tutmadan, adil olarak karar verir. Savcı sırf devlet memuru olduğu için, avukata karşı bir üstünlüğü yoktur. Yargıçlar, mesleki yakınlık, memur dayanışması, vs. nedenlerle savcıları kayıramaz, onların tarafını tutamaz, “savcı mutlaka doğru biliyordur, doğru söylüyordur, avukat ise yanlış bilir, yalan söyler”, vs. diye düşünerek ön yargılı davranamazlar. Bu yasaktır. Yargıçlar, bu yasağa uymazlarsa, vatandaşa karşı suç işlemiş sayılırlar ve meslekten atılırlar.
Avukatlar (Vekil, Müdafi, Muhami)
Çok eskiden, barolar kurulmadan önce, avukatlık (davalarda savunma) işlerini yapanlara “muhami” denirdi. Bugün ise, “vekil” veya (ceza davalarında, sanık avukatları için) “müdafi” denir. Avukatlar hakkında yukarıda yeri geldikçe bazı bilgiler verdim. Şimdi başka bilgiler vereceğim.
Avukatlar, mutlaka hukuk fakültesi mezunu olmak zorundadırlar. Elbette, bir hukuk fakültesi öğrencisi, mezuniyetinden sonra, istemezse avukat olmaz. Kendi isteğine göre, başka pek çok meslekle uğraşabilir (ticaret, siyaset, gazetecilik, yazarlık, vs.).
Hukuksal konularda resmi olarak danışmanlık yapmak (mütalaa vermek, sözlü veya yazılı olarak görüş bildirmek), başkaları adına davalar açmak, başkalarını davalarda savunmak, vb. hukuksal, yasal işleri yapabilmek için mutlaka “avukat” olmak gerekir. Basitçe söylersek, her hukuk fakültesi mezunu “hukukçu” sayılır ama “avukat” sayılmaz. Avukat olmayan kişilerin hukuk danışmanlığı yapması, başka bir vatandaş adına dava açması, başka bir vatandaşı bir davada savunması yasaktır.
Avukat olabilmek için, öncelikle bir başka avukatın yanında “staj” (kurs) görmek gerekir.
Stajdan sonra, hangi şehirde (ilde) avukatlık yapmak isteniyorsa, o ilin “baro” kuruluşuna (teşkilatına, örgütüne) üye olmak gerekir. Yurdumuzda, büyük illerimizin hepsinde bir baro vardır. Örneğin, Ankara Barosu, İstanbul Barosu, İzmir Barosu, vs. Bazı küçük illerimizde baro yoktur. Bu yüzden, bu küçük illerimizin yakınlarındaki daha merkezi illerimizden birinde, “bölge” barosu bulunur. Avukatlık yapmak istediğiniz böyle küçük şehirlerimizde baro yoksa, işte bu “bölge” barolarına kayıt olmanız gerekir. Bütün il barolarının bağlı olduğu merkez, Türkiye Barolar Birliği (TBB)’dir. Ankara’dadır.
Avukat, baroya kayıt yaptırdıktan sonra, fiilen avukatlık yapacaksa, bir “büro” (yazıhane) açmak zorundadır. Avukatlık yapmayacaksa, büro açması zorunlu değildir. İsterse tek başına büro açabilir. İsterse, başka avukatlarla ortaklaşa büro açabilirler. Hiç büro açmadan da avukatlık yapılabilir. Örneğin, bir avukat, bir şirket, dernek, vakıf, vb. kuruma bağlı olarak avukatlık yapacaksa, büro açması gerekmez.
Serbest çalışan, yani, kendi bürosu veya başka avukatlarla ortaklaşa bürosu olan avukatlar, “serbest meslek mensubu” sayılırlar ve bağımsız olarak “vergi mükellefi” olurlar. Yukarıda da belirttiğim gibi, başkalarının yanında (örneğin, başka bir avukatın yanında, bir şirkette, vs.) çalışan avukatlar ise, SSK’lı (sigortalı) olurlar, “işçi” statüsünde sayılırlar.
Yine yukarıda belirttiğim gibi, bazı avukatlar, isterlerse sınava girip devlet memuriyetine geçebilirler (örneğin, Hazine avukatı, vb.). Yurdumuzda çok nadiren görülse de, bir avukat kendisi isterse, belli bir yaş haddini (sınırını) aşmamışsa (yani, fazla yaşlı değilse), sınava girerek yargıç veya savcı da olabilir.
Avukatlar her ne kadar “devlet memuru” sayılmasalar bile, yine de “kamu hizmeti” yapıyor sayılırlar. Bu nedenle, bazı özel yetkileri ve ayrıcalıkları vardır.
Örneğin, avukatlar görevlerini yaparken en basit bir suçu işleseler bile, mutlaka “ağır ceza” mahkemesinde yargılanırlar. Çünkü, ağır ceza mahkemelerinde (yukarıda belirttiğim üzere) bir (1) değil, üç (3) yargıç bulunur. Bu kural, suç işleyen avukatların kendi yararlarınadır (yukarıda nedenini açıklamıştım). Yoksa, “avukatlar en basit suçu işleseler bile çok büyük suç işlemiş sayılırlar, bu yüzden ‘ağır ceza’ mahkemesinde yargılanırlar”, anlamına gelmez.
Avukatlar, bazı özel mesleki disiplin kurallarına bağlıdırlar. Bu kurallara uymazlarsa, disiplin cezası alırlar. Hatta, meslekten de atılabilirler ve bir daha ömür boyu avukatlık yapamazlar.
Avukatlar, yaptıkları işler karşılığında müvekkillerinden mutlaka ücret alırlar. Parasız olarak (bedavaya) hizmet görmeleri (baro kuralları uyarınca) yasaktır. Ama, istisnai durumlarda buna izin verilir. Ayrıca, avukatlar, Türkiye Barolar Birliği’nin her yıl belirleyip Resmi Gazete’de ilan ettiği “asgari ücret tarifesine” göre ücret almak zorundadırlar. Daha doğrusu, isterlerse daha yüksek ücret de alabilirler ama asgari tarifeden daha az ücret almaları yasaktır. Yoksa, başka avukatlara (meslektaşlarına) karşı haksız rekabet etmiş olurlar.
Son olarak, çok önemli bir kuralı vatandaşlarımıza hatırlatmak isterim: Hiçbir vatandaşımız, hiçbir zaman, hiçbir hukuksal, yasal işte avukat tutmak zorunda değildir. Yani, her vatandaşımız, her türlü hukuksal, yasal işlerini bizzat kendisi halledebilir. Sözleşmelerini (mukavelelerini) kendisi yazabilir, imzalayabilir, evini, arabasını satabilir, dava açabilir, kendisini davalarda savunabilir, noterden ihtarname çekebilir, devlet dairelerinde, kamusal (resmi) ve özel kurumlarda, bankalarda, vs. bütün işlerini, işlemlerini bizzat kendisi yapabilir. Hiç kimse, hiçbir işte, vatandaşa, “senin bu işi yapmaya hakkın yok, git bir avukat tut, o gelsin senin adına yapsın”, diyemez.
FAKAT, eğer bir vatandaşımız, kendisi adına değil de, bir başka kimse adına bazı önemli hukuksal, yasal işler yapmaya kalkışırsa, bu kabul edilmez; yasaktır. Mutlaka avukat tutmak gerekir. Yani, kendisi avukat olmayan bir kimse, başka bir kişi adına dava açamaz, başka bir kişiyi davalarda savunamaz.
Adına dava açmak veya savunmak istediğiniz kişi, en yakınınız olsa bile (karınız, kocanız, oğlunuz, kızınız, anneniz, babanız, kardeşiniz, vb.), eğer kendiniz avukat değilseniz, o yakınınız yerine (yani, onun adına) dava açamazsınız, onu savunamazsınız. Yakınınız her kimse, bu işleri ya bizzat kendisi, kendi adına yapmak zorundadır, ya da avukat tutmak zorundadır. Sırf siz onun yakınısınız diye, kendi yetkilerini, haklarını, size devredemez, size vekâlet veremez (verse bile geçersiz olur), sizin vasıtanızla (sizi kullanarak) kendisi adına dava açtıramaz, kendisini sizin savunmanızı isteyemez (istese bile, mahkemedeki yargıç bunu kabul etmez).
Tabi ki, eğer siz bir avukatsanız, elbette bütün yakınlarınızı savunabilirsiniz, onlar adına davalar açabilirsiniz. Yani, yakınınızın, sırf siz onun yakınısınız diye, sizden vazgeçerek başka bir avukat tutması gerekmez. Tabi, kendisi isterse, sizden başka avukat tutabilir. Sırf siz onun yakınısınız diye, avukat olarak sizi tutmak zorunda da değildir.
Ç) ÇEŞİTLİ ADLİ KURUM VE KURULUŞLAR
Yukarıda, mahkemelerimizi, adliyelerimizi, adli personelimizi, yargıç, savcı ve avukatlarımızın yetki ve görevlerini özetlemeye çalıştım. Tabi, hukuk dünyamızda daha başka resmi ve özel kurumlar, kuruluşlar, görevliler, memurlar da vardır. Şimdi bunların bazılarını kısaca anlatacağım.
Polis (Emniyet, Güvenlik, Kolluk)
Halk arasında kısaca “polis” dediğimiz kişilerin aslında resmi olarak çok çeşitli başka genel ve özel adları, ünvanları vardır: “Emniyet Teşkilatı”, “Emniyet Görevlileri”, “Kolluk Kuvveti”, “Güvenlik Amir ve Memurları”, “Komiser”, “Başkomiser”, “Şube Müdürü”, “Karakol Amiri”, vb. Hatta, kısmen Silahlı Kuvvetlerimize (yani, ordumuza) dahil olan Jandarma ve Sahil Güvenlik Teşkilatı da, yerine göre bu kapsama girer.
Polislerimiz de, adli işlerimizde çok önemli görevler görürler. Vatandaşlara, savcılara, yargıçlara, avukatlara yardımcı olurlar. Yasal işlerin halledilmesinde çok önemli yetkilere sahiptirler. Örneğin, suçluları yakalamaya çalışırlar, gerekirse silahlı çatışmaya girerler (normal vatandaşların “meşru müdafaa” dışında silahlı çatışmaya girme hakkı (yetkisi) yoktur), suç işlendikten sonra delilleri (parmak izi, mermi kovanları, kan lekeleri, cam kırıkları, sahte paralar, vb. binlerce çeşit delil) toplarlar, suç işlenmeden önce evlerde, iş yerlerinde, sokaklarda aramalar yaparlar, bomba olduğundan şüphelenilen paketleri imha ederler, şüpheli şahısları, tanıkları, şikayetçi vatandaşları dinlerler, sorgularlar, resmi tutanaklar tutarlar, şüphelileri ve sanıkları gerekirse gözaltına alırlar, savcıların, yargıçların huzuruna götürürler, adresi bulunamayan kişilerin, kaçakların adreslerini araştırırlar, vb. yüzlerce görev yaparlar.
Böyle işleri, genelde başka hiçbir vatandaş, hatta başka adli personel, yani, yargıç, savcı, avukat, kalem memuru, mübaşir, vs. dahi yapmaz, yapamaz. Çünkü bazen yetkileri yoktur, bazen de uzmanlıkları yeterli değildir. Bunun için, çoğu adli personel, polis teşkilatının desteğine muhtaçtır.
Polis teşkilatımız, İçişleri Bakanlığına bağlıdır. Adalet Bakanlığına bağlı değildir. Bu yüzden, bazen karışıklıklar olmaktadır. Bu karışıklıkları halletmek için, Adalet Bakanlığına bağlı olarak, yurdumuzda ayrı bir polis teşkilatı kurulması düşünülmektedir.
Bugün, İçişleri Bakanlığına bağlı bulunan polis teşkilatına “idari kolluk” denmektedir. Adalet Bakanlığına bağlı olacak şekilde yeni kurulması düşünülen polis teşkilatına ise, “adli kolluk” adı verilecektir. Uzun yıllardır planlanmakta olsa da, henüz “adli kolluk” maalesef kurulamamıştır. Kurulamamasının bir nedeni, devletteki bütçe ve kadro yetersizliğidir. Ama, bir başka nedeni ise, hükümette hangi iktidar olursa olsun, İçişleri Bakanlıkları ile Adalet Bakanlıkları arasındaki yetki, iktidar ve otorite çekişmesidir.
Adli kolluk kurulursa, özellikle savcılarımız ve yargıçlarımıza çok büyük bir yardım sağlanacaktır. Çünkü, böyle özel bir polis teşkilatı, özellikle adli işlerle ilgilenecektir, bu konularda uzmanlaşacaktır. Diğer polis teşkilatımızın (yani, İçişleri Bakanlığına bağlı olan “idari kolluk” teşkilatının) iş yükü hafifleyecektir; onlar özellikle kendilerini ilgilendiren işlerle ilgilenecektir. Örneğin, bugün polis teşkilatımız “çevik kuvvet” olarak sokak eylemlerini, isyanları bastırmak, vatandaşın pasaport işlemlerini yapmak, vs. çok çeşitli işlerle uğraşmaktadır. Yeni kurulacak “adli kolluk” işte böyle işlerle uğraşmayacak, yalnızca yargıçlara, savcılara yardımcı olacaklardır.
Noterler
Noterler (noterlikler) tam olarak devlet kurumu sayılmasalar bile, çok önemli resmi işlemler gerçekleştirirler. Noterler de avukatlar gibi kamu hizmeti görürler. Noterlik yapabilmek için devletten izin (ruhsat) almak gerekir. Noterlerin de kendi özel meslek kuruluşları vardır, merkezi Ankara’dadır (Türkiye Noterler Birliği). Noterler için de özel disiplin kuralları vardır.
Noterler de illerimizin, ilçelerimizin nüfusuna göre farklı sayılarda büro açarlar. Büyük illerimizde yüz (100)’den fazla noter vardır. Büyük ilçelerimizde de onlarca noter vardır. Avukatlar gibi, her noterin yalnızca bir (1) tane bürosu olur. Yani, şirket, banka, vs. gibi “şubeler” açamazlar.
Noter bürolarına kişi (şahıs) adı verilmez, sırasıyla resmi ünvan verilir. Örneğin, Çankaya 1. Noterliği, Çankaya 2. Noterliği, vs.
Noterler, genelde kendi bürolarında görev yaparlar ama özel durumlarda büro dışına da giderler (örneğin, hastanede, hapishanede olan kişilerin işlemlerini yapmak için, vb.).
Noterler, genelde tasdik (onay) işleri görürler. Yani, resmi veya özel belgeleri, defterleri, makbuzları, vb. onaylarlar. İlgili belgenin fotokopisini çıkarıp aslına uygun olduğunu tasdik ederler. Örneğin, vatandaşların kimlik (nüfus cüzdanı) bilgilerini bir belgeye yazıp bunu onaylayabilirler.
Tabi, noterler, onaylama dışında yüzlerce başka işlem de yaparlar. Özel sözleşmeler düzenlerler (“gayrımenkul (taşınmaz) satış vaadi sözleşmesi, vb.), vatandaşların vekâletnamelerini, vasiyetnamelerini, vs. taleplerini yazarlar, resmi çeviri (tercüme) belgelerini onaylarlar, bazı olayları şahit (tanık) gözüyle tasdik ederler (piyango çekilişleri, vb.), ihtarname, ihbarname, protesto, vb. tebligatlar gönderirler, vs. Bu sayede, hem vatandaşlarımızın hem de mahkemelerimizin, avukatlarımızın işlerini kolaylaştırırlar.
Noterler de, avukatlar gibi, yaptıkları işler için ücret alırlar. Ama, noterlerin ücretleri sabittir, yani belli bir tarifeye bağlıdır. Bu tarifede yazılandan daha yüksek veya daha düşük ücret alamazlar. Oysa, avukatlar, isterlerse asgari ücret tarifesinde yazılı olandan daha yüksek ücretler de isteyebilirler.
Noterler, genelde yardımcılarla çalışırlar. Bir noterin bürosuna gittiğinizde, “baş kâtip”, “noter vekili”, “kâtip”, “veznedar”, vb. görevlilerle karşılaşırsınız. Yapılan her işlemi, kâtiplerin yazdığı her belgeyi, mutlaka bizzat noter kendisi veya baş kâtip imzalar.
Bilirkişiler (Ehlivukuf, Ehlihibre)
Bilirkişilerin bazıları devlet memurudur, bazıları değildir. Bilirkişilik işini yaparlarken resmi görevli sayılırlar, ciddi sorumluluk taşırlar. Davaların çözümlenebilmesi için teknik konularda sözlü veya yazılı olarak görüş bildirirler. Şöyle ki, bazı davalarda hukuksal meselelerin halledilebilmesi için önce hukuk dışında tıp (hekimlik), mühendislik, mimarlık, bilgisayar uzmanlığı, elektrik teknisyenliği, eczacılık (zehirler, uyuşturucu maddeler, ilaçlar, vs.), uydu yayıncılığı, cep telefonları, ateşli silahlar, patlayıcı maddeler, yangın ve itfaiye uzmanlığı, parmak izi, kan grubu, DNA, el yazısı, sahte imza, vb. pek çok teknik konuda delillerin toplanması ve bu delillerin değerlendirilmesi (takdir edilmesi, mukayese edilmesi) gerekir. Elbette ki, yargıçlar, savcılar, avukatlar bu konularda uzman değillerdir. Mecburen, işte böyle teknik uzmanlık konularında bilirkişiler mahkeme emriyle görevlendirilir ve onlara uzmanlık soruları sorulur, bilirkişiler de bu sorular hakkında raporlar yazıp mahkemeye sunarlar. Yargıçlar, savcılar, avukatlar da bu raporlara göre davanın hukuksal yönlerini çözmeye çalışırlar. Gerekirse, bilirkişiler duruşmaya da çağrılır, orada sözlü olarak da sorulara cevap verirler.
Devlet, genelde bilirkişilerin resmi bir listesini tutar, zaman zaman listeleri yeniler (güncel hale getirir), yeni bilirkişileri listeye ekler, bazılarını çıkarır ve son durumdaki listeleri yayınlar. Yargıçlar, bilirkişileri işte bu listelerden seçerek görevlendirirler.
Bu resmi bilirkişiler dışında, resmi olmayan bilirkişiler de vardır. Davalarda bazen taraflar (davacılar, davalılar, sanıklar, bunların avukatları, vb. kişiler) kendi iddia ve savunmalarını ispatlayabilmek (teknik açıdan destekleyebilmek) için isterlerse dışarıdan (mahkeme harici) bilirkişiler de tutabilirler. Yani, yargıç kendisi emir vermese bile, taraflar isterlerse böyle ihtiyari şekilde de bilirkişi raporları alabilirler ve mahkemeye sunabilirler.
Yargıçlar, bilirkişi raporlarıyla “bağlı” değillerdir. Yani, bilirkişilerin raporlarına inanmak zorunda değillerdir. Sonuçta, her şeye yargıçlar kendileri karar verirler; bilirkişi raporlarını isterlerse kabul ederler, istemezlerse kabul etmezler. Hatta, isterlerse, yalnızca bir kez değil, birkaç kez farklı bilirkişilerden raporlar isteyebilirler. Amaç, teknik uzmanlık gerektiren konularda iyice sağlam bir fikir (kanaat) sahibi olabilmektir. Bu yüzden, bazen farklı bilirkişiler tayin edip sonra da her birinin görüşlerini detaylı bir şekilde mukayese etmek gerekir. Bazen, bilirkişiler dahi farklı, hatta birbiriyle çatışan (çelişen) bilgiler ve görüşler öne sürebilirler. Örneğin, bir bilirkişi bir imzanın sahte olduğunu söyleyebilir, bir başka bilirkişi ise sahte olmadığını söyleyebilir. İşte bu yüzden, nihai takdir (karar) yetkisi yargıçlarındır.
Davanın tarafları da (davalı, davacı, sanık, bunların avukatları, vb. kişiler) bilirkişi raporlarını kabul etmeyebilirler, bu raporlara itiraz edebilirler. Tabi, “keyfi” olarak itiraz edilemez. Mutlaka açıklamalar, gerekçeler sunmak gerekir. O zaman, duruma göre yargıç başka bilirkişilerden de rapor alınmasını isteyebilir. Elbette, taraflar her defasında kendi aleyhlerindeki raporlara itiraz edebilirler ama tabi en sonunda (yani, birkaç bilirkişiden çeşitli raporlar alındıktan sonra) yargıç itirazları kesmek (reddetmek) zorunda kalır, yoksa dava hiçbir zaman sonuçlandırılamaz, uzayıp gider.
Resmi bilirkişilere devletin resmi tarifesine göre ücret ödenmesi gerekir. Bu ücret, baştan (peşin olarak) devlet tarafından veya bazen davacı ya da, nadiren de olsa, davalı tarafından ödenir ama davanın sonunda kim haksız çıkarsa, ona yükletilir. Örneğin, yargıç dava sürerken bilirkişi ücretini ödemesini davacıdan isteyebilir, davacı taraf da ücreti öder, ama davanın sonunda davacı haklı çıkarsa, bu defa onun peşinen ödediği bu ücret, kaybeden tarafa (yani, davalıya) yükletilir. Kısacası, davanın en sonunda kaybeden (haksız çıkan) taraf bilirkişi ücretini ödemek zorunda kalır.
Adli Tıp Kurumu
Adli Tıp Kurumu devletin resmi kurumudur ve yukarıda açıklanan “bilirkişilik” görevini yapar. Mahkemelerden gelen emirlere göre çok çeşitli konularda mahkemelere raporlar sunar. Adli Tıp Kurumunda pek çok uzmanlık dairesi (departman, birim, şube) vardır, buralarda çok sayıda uzman memur çalışır.
Kurumun adında “tıp” kelimesi yer almaktadır ama yalnızca tıp (hekimlik) konularında değil, daha başka çok çeşitli konularda da uzmanlığa sahiptir; pek çok konuda yetkili ve görevli sayılır. Örneğin, silahlar (balistik), teknolojik cihazlar, ses ve görüntü (kamera) kayıtları, vb.
Yurdumuzda bazı özel (gayrı resmi) adli tıp kuruluşları da vardır. Genelde büyük hastanelerde, polikliniklerde, vb. sağlık kuruluşlarında bulunurlar. Davalarda bunlardan alınan raporlar da kullanılabilir ama genelde yargıçlar bunlara pek güvenmezler, çünkü bunlar resmi kuruluşlar değillerdir.
Özel Hafiyeler (Dedektifler)
Bazı yabancı ülkelerde ücret karşılığı tutulan özel hafiyeler (dedektifler) vardır. Bunlar “özel” (gayrı resmi) veya “yarı resmi” hatta bazen “resmi” sayılabilirler. Genelde polislerin yaptığı bazı işleri haricen yaparlar. Örneğin, aranan kaçak kişilerin yerlerini, adreslerini bulmak, vs.
Ülkemizde resmi anlamda özel hafiyeler yoktur. Yeni bir yasa (“dedektiflik yasası”) çıkartılarak böyle hafiyelere de bazı resmi yetkiler verilmesi düşünülmektedir ama henüz böyle bir yasa çıkmamıştır. Yine de, yurdumuzda bazı özel dedektiflik büroları vardır. Bunlar, “kaçak”, “yasaya aykırı” çalışıyor değillerdir. Çünkü, yaptıkları işler genelde her vatandaşın isterse yapabileceği serbest (yasal) işlerdir. Örneğin, eşinizin sizi aldattığından kuşkulanıyorsanız, böyle dedektiflik bürolarına başvurup eşinizi takip ettirebilirsiniz, delil (fotoğraf, vb.) toplattırabilirsiniz. Zaten, isterseniz aynı işi bizzat kendiniz de yapabilirsiniz veya güvendiğiniz bir arkadaşınıza, akrabanıza da aynı işi yaptırabilirsiniz. Sonuçta, yasaya aykırı bir durum yoktur.
Siciller (Kütükler)
Kişisel, mesleki, sosyal ve ticari hayatımızın pek çok alanında, özellikle hukuksal konularda, ister davalar, soruşturmalar gibi zorunlu işler, ister daha serbest (alış - veriş, evlilik, pasaport, vb.) iş ve işlemler için, kişiler, mallar (ev, otomobil, vb.), şirketler, dernekler, vb. pek çok konuda merkezi, resmi kayıtlar (istatistikler) tutulur. Bunlara “sicil” (“kütük”) denir. Bunlar, adeta çok büyük kütüphaneler, arşivler, depolar gibidir. Sicillerde, belgeler, defterler, gazeteler, vb. pek çok şeyin asılları (orijinalleri) veya onaylı (tasdikli) ya da onaysız fotokopileri muhafaza edilir, çoğu bilgiler kolaylık olsun diye bilgisayara da kaydedilir.
Bu siciller, devletin tek bir organı tarafından tutulmaz, her sicil ilgili kamu kurum veya kuruluşu tarafından tutulur; hepsi tek bir merkezde (tek mekânda) bulunmaz. Hepsi konularına (hususiyetlerine) göre yurdun çeşitli yerlerine (illere, ilçelere, mahallelere, vb.) dağılmıştır. Yurdumuzda böyle binden fazla sicil vardır.
Örneğin, her ilde bir “ticaret sicili” bulunur. Bu sicilde, o ildeki şirketlerin, şahıs tüccarların isim listeleri, haklarındaki ticari bilgiler muhafaza edilir. Buna benzer şekilde, örneğin, “esnaf sicili” de tutulur. Ayrıca, motorlu taşıtlar sicili, gemi sicili, tapu sicili (araziler, binalar, evler, dükkânlar, iş yerleri, vb. gayrımenkuller (taşınmazlar) için), dernekler sicili, vakıflar sicili, nüfus sicili, vb. pek çok sicil vardır.
İşte bu siciller, ihtiyacı olan vatandaşların hizmetine açıktır. Vatandaşlar, davalar ve soruşturmalar için, veya bir mal (otomobil, tekne, apartman dairesi, vs.) satın alırken, evlenirken, boşanırken, evlat edinirken, bir derneğe üye olurken, vb. pek çok iş ve işlemlerinde, ilgili olan sicile gidip bazı bilgileri görebilirler. İsterlerse, oradaki belgelerin bazılarının fotokopilerini alabilirler, hatta resmi olarak tasdik ettirebilirler, bu sicillere yazılı olarak dilekçeler verip istedikleri soruları sorabilirler, resmi makamlar da bu sorulara resmi olarak yazılı şekilde cevap verirler. İşte bütün bunlar, hukuksal (adli) işlerimizin halledilmesinde vatandaşın çok işine yarar.
Adli Sicil”: Suç işleyip ceza alan her vatandaş için özel (şahsi) bir adli sicil (kayıt) tutulur. Hiç suç işlememiş olan vatandaşların, adli sicil kaydı yoktur. Bazı basit suçlar, adli sicile yazılmaz. Önemli suçlar, sicile yazılır ama belli bir süre geçtikten sonra, bu suçlardan bazıları da silinir. Amaç, vatandaşın adli sicili kötü göründüğü için çok uzun yıllar boyunca halk nezdinde, resmi işlemlerde (iş başvurusu, vb.) mağduriyet yaşamamasıdır. Bir anlamda, vatandaşa “sicil affı” sağlanmış olur.
Yazının devamı aşağıdaki bağlantı adresindedir:
Yazının tümünü tek parça halinde ve farklı bir formatta aşağıdaki bağlantı adresinde de bulabilirsiniz:
Tahsin Dirse Yalçın
25 Ocak 2011

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder