Özgürlük İçin... Pardus...

25 Ocak 2011 Salı

Vatandaş İçin Basit Hukuk Bilgileri (3)


Yazının önceki bölümü iki parça halinde aşağıdaki bağlantı adreslerindedir:
Yazının tümünü tek parça halinde ve farklı bir formatta aşağıdaki bağlantı adresinde de bulabilirsiniz:
D) BAZI TEMEL KAVRAMLAR
Son olarak, vatandaşlarımızın hukuksal sorunlarıyla ilgili olarak çok sık karşılaştıkları bazı temel kavramları kısaca, basit bir şekilde aşağıda anlatmaya çalışacağım.
Dilekçe (Arzuhal, İstida)
Vatandaşların devlet birimleriyle (bakanlıklar, valilik, kaymakamlık, belediye, muhtarlık, emniyet (polis), savcılık, mahkeme, vb.) ilişkilerinin başlatılıp yürütülmesi genellikle “yazılı” şekilde olur. Yani, vatandaş devletten bir şey istediği zaman, çoğunlukla bu isteğini yazılı olarak, yani bir “dilekçe” yazarak ve altını imzalayarak sunmak zorundadır. Bazı dilekçeler yalnızca birkaç satır olabilir, bazı dilekçeler ise yüzlerce sayfa tutabilir; yani herhangi bir yasal sınırlama yoktur. Bazı dilekçeler için hazır formlar (basılı örnekler) vardır; çoğunlukla bu formlara uymak zorunludur. Dilekçelere gerekli belgeler de eklenebilir (örneğin, kimlik fotokopisi, vs.).
Dilekçelerde çoğu zaman dilekçenin sunulduğu günün tarihi yazılır, talepte bulunan vatandaşın adı, soyadı, adresi, vb. bilgileri de yazılır ve dilekçeyi veren (sunan) kişi tarafından mutlaka imzalanmalıdır. Okuma yazma bilmeyen vatandaşlarımız, imza yerine parmak da basabilirler. Parmakları olmayan (sakat) vatandaşlarımız, özel mühürler (damgalar, kaşeler) kullanabilirler.
Çoğu devlet kurumumuz, dilekçe verilmezse vatandaşın işini yapmayabilir, yani, isteği kabul etmeyebilir. Çünkü, bazı durumlarda, yasal zorunluluk nedeniyle mutlaka yazılı dilekçe sunmak gerekir. Ama, bazı durumlarda, sözlü başvurular da kabul edilir. İlgili resmi kurumun memuru, sözlü istekleri dinler, bunları tutanağa geçirir, sonra da vatandaşa imzalatır. Poliste, savcılıkta, mahkemede, vb. pek çok kurumda, hem dilekçe sunarak hem de böyle sözlü şekilde (tutanak tutturarak) işlemler yaptırılabilir, her durumun ayrı özelliği, hususi kuralları vardır. Örneğin, bir dava açarken, genelde mutlaka dilekçe yazmak gerekir. Mahkemenin kalemine gidip oradaki memura sözlü olarak olayları anlatıp dava açmak çok nadir durumlarda kabul edilebilir.
Dilekçeleri vermeden önce, “havale” almak gerekir. Çünkü, genelde üst düzey devlet memurlarımız (amirler, müdürler, savcılar, yargıçlar, vb.) dilekçelerle doğrudan muhatap olmazlar (yukarıda nedenini açıklamıştım). Dilekçeleri, o kişilerin sekreterleri, kâtipleri, kalem memurları alırlar. Ama, onlar almadan önce de, üst düzey görevlinin dilekçeyi hızlı bir şekilde görmesi, uygun bulması gerekir. Bu yüzden, dilekçelerin üstüne önce üst düzey kişiden “havale” alınır (imza veya paraf, tarih, kaşe, mühür, el yazısıyla kısa bir not, vb.) sonra ilgili memurlara (kâtip, sekreter, vb. kişilere) teslim edilir.
Dosya
Vatandaşların dilekçeleri, her türlü yazışmalar, belgeler, fotokopiler, makbuzlar, vb. kağıtlar (evraklar) ilgili kamu kurumunda genellikle bir dosyada tutulur (muhafaza) edilir. Her iş ve işlem için ayrı dosyalar olur ve her dosyaya özel numaralar, isimler, kodlar, kısaltmalar verilir. Örneğin, mahkemelerde, savcılıklarda mutlaka her soruşturma ve dava için mutlaka bir dosya açılır ve muhafaza edilir.
Örneğin, bir mahkeme dosyası, genelde ilgili yıl ve o yılda gelen ve kapanan dosya sırasına göre şöyle numaralandırılır (kodlanır): 2004/1919E, 2011/1881K. Yani, demektir ki dava 2004 yılında açılmış, gelen davalar arasındaki sırasına göre 1919 “(e)sas” sayısı verilmiş, sonra dava görülmüş ve 2011 yılında dava kapanmış (bitmiş), kapanan davalar arasındaki sırasına göre de 1881 “(k)arar” sayısı verilmiş. Daha başka pek çok dosya sınıflandırma formülü olabilir, her kurumun kendine göre ayrı bir sınıflandırması (düzeni) vardır.
Herhangi bir davanızla ilgili bilgi almak isterseniz, adliyeye gidip sizin davanıza bakan mahkemeye bağlı olan “kalem” odasındaki memurlara başvurup (yukarıda ayrıntısını anlatmıştım), davanızın dosyasını çıkarttırabilirsiniz. Dosyanın içinde dilekçeler, deliller, duruşma tutanakları, vb. pek çok belge olabilir. Davayla ilgili bütün belgeler işte bu dosyadadır. Bu dosyanız dışında (harici) hiçbir yerde davanızla ilgili bilgi ve belge tutulmaz. Bu belgelere bakarak, davanızın gidişatı (safahati) ve gelinen son durum hakkında kolaylıkla bilgi edinebilirsiniz.
Normalde, kalemdeki memurlar veya savcılar ya da yargıçlar ya da herhangi bir başka adliye görevlisi, davanız hakkında size sözlü açıklamalarda bulunmazlar, yol göstermezler, hukuksal danışma sağlamazlar. Bunları yapmak, hem onların görevi değildir, hem de zaten bazı açılardan yasaktır (çünkü, “tarafsız” olmak zorundadırlar). Bu yüzden, dosyanızdaki belgeleri okuyup anlamak size düşer. Şayet anlayamıyorsanız, uzman bir hukukçuya (örneğin bir avukata) danışmanız gerekir.
Müzekkere
Bunlar, devletin resmi görevlilerin kendi aralarında yaptıkları yazışmalardır. Vatandaşlar müzekkere yazma yetkisine sahip değildir. Örneğin, bir yargıç bir polis makamına “müzekkere” yazar ve belli bir işin yapılmasını ister.
Duruşma
Mahkemelerde bazı davaların sonuçlandırılabilmesi için mutlaka duruşma yapılması gerekir. Ama, bazı basit davalar duruşma yapılmadan da halledilebilir. Buna “dosya üzerinden karar vermek” denir. Yani, dilekçeler, yazılı iddialar, talepler, savunmalar yargıç tarafından okunur ve yargıç kendisi karar verir, mutlaka duruşma yapmak zorunda değildir.
Duruşma yapıldığı zaman, mutlaka “aleni” (halka açık) olur. Yani, isteyen her vatandaş, duruşma salonuna girip, seyirciler için ayrılmış bölüme oturup duruşmaları izleyebilir. Tabi, buna her zaman izin verilmeyebilir. Örneğin, duruşma salonunda yer kalmazsa, elbette her vatandaş duruşma salonuna giremez; böyle kalabalıklık yaşanması durumlarında, yargıç, istediği kişileri duruşma salonuna alır, istemediklerini almaz.
Duruşma salonlarının kapılarının duruşma sırasında mutlaka açık tutulması gerekir. Bu da, “aleniyet” kuralı gereğidir. Ama, elbette dışarıda çok gürültü varsa, yargıç kapıyı kapattırabilir.
Bazı özel davalarda (tecavüz (cinsel saldırı), kızlık (bekâret) bozma, akıl hastalığı, boşanma, vb.) ilgili vatandaşların özel hayatlarının gizliliği (mahremiyet) bakımından ya da güvenlik bakımından (cinayet, kan davası, çete, mafya, vb.) yargıçlar duruşmaları vatandaşlara kapalı şekilde de yapabilirler.
Bazen duruşmalar çok uzun sürer, bu yüzden ara verilir (halk arasında buna “erteleme” denir ama aslında resmi anlamda erteleme değildir), başka bir gün yeniden duruşma yapılır. Aslında, her bir duruşmaya “celse” (“oturum”) denir. Yani, duruşma ertelenmez, oturum ertelenir. Örneğin, bir duruşma 18 Mayıs 2011 günü başlayıp, pek çok kez ara verilip, tekrar toplanılıp, en sonunda başka bir gün (haftalar, aylar veya yıllar sonra) bitebilir (örneğin, 22 Nisan 2013 günü). Arada, on, yirmi, otuz, vs. defa “celse” (oturum) yapılmış olabilir. Ama, sonuçta duruşma tek bir duruşma sayılır. Örneğin, bir tanık bir oturumda bir kez dinlendikten (ifade verdikten) sonra, bir daha çağrılamaz diye bir kural yoktur. Aynı tanık, farklı oturumlarda tekrar mahkemeye (duruşmaya) çağrılabilir, defalarca ifade vermek zorunda kalabilir.
Çapraz Sorgu
Çapraz sorgu, halk arasında genellikle yanlış bilinmektedir. Pek çok vatandaş, çapraz sorgunun, aynı anda bir kişi tarafından değil de, en az iki (2) veya daha fazla kişi tarafından sorgulanmak, şaşırtmacalı, aldatmacalı, kandırmacalı, tuzak sorularla, kelime oyunlarıyla yanıltılmak, psikolojik baskı altında zorla sorgulanmak, vs. anlamlara geldiğini zannetmektedir. Oysa, çapraz sorgu kesinlikle böyle bir şey değildir.
Çapraz sorguda, sorgulayanlar, mutlaka birbirine zıt (karşıt) iki taraf olur. Bu nedenle “çapraz” kelimesiyle ifade edilir. Sorgulayan kişilerden biri, lehte, diğeri aleyhte olur. Aslında, sorgulayan her iki tarafın da “tarafsız” (objektif) olması, adalete hizmet etmeye, gerçeği ortaya çıkarmaya çalışması gerekir.
Çapraz sorgu, halk arasında bilindiği şekilde “iyi polis/kötü polis” oyunu şeklinde de olmaz. Sorgulanan kişinin “ağzından laf almak”, sonra da bu lafları çarpıtarak (bazen, “tevilli ikrar” denir) o kişiyi suçlamak da hukuka aykırıdır. Çapraz sorgu, bütün bunlardan daha ciddi bir iştir.
Doğru, hukuka uygun bir çapraz sorguda, en basit örnek şudur: Bir tarafta, sanığı suçlayan savcı olur, onun zıt tarafında da sanığı savunan avukat olur. Her ikisi de kendi iddia ve savunmalarını ispatlayabilmek (kanıtlayabilmek) için duruşmaya tanık getirtirler.
Duruşma yapılırken, bazen (yargıcın takdirine göre), önce savcı duruşmaya getirttiği kendi tanığını sorgular (ifadesini aldırır), sonra da sıra avukata gelir; avukat da aynı tanığı sorgular. Bütün bunların hepsi, duruşmada, herkesin gözü önünde yapılır. İşte, avukatın sonradan yaptığı işe “çapraz” sorgulama denir. Çünkü, avukat kendi getirttiği tanığı değil, savcının getirttiği tanığı sorgulamış olur. Savcının daha önce yaptığı işe, “çapraz” sorgulama denmez, “doğrudan” (direkt) sorgulama denir. Çünkü, savcı, kendi getirttiği tanığı sorgulamış olur.
Bazen de (yine, duruşma esnasında ve yargıcın takdirine göre), durum tersine olur. Önce avukat duruşmaya getirttiği kendi tanığını sorgular (ifadesini aldırır), sonra sıra savcıya gelir; savcı da aynı tanığı sorgular. Bu defa da, savcının sonradan yaptığı işe “çapraz” sorgulama denir, avukatın daha önce yaptığı işe ise “doğrudan” (direkt) sorgulama denir.
Henüz ceza davası başlamadan önceki aşamalarda, yani, karakolda (polis sorgulamasında) ve sonraki savcılık aşamasında yapılan sorgulamalara “çapraz sorgu” denmez, çünkü zaten bu aşamalarda tek taraflı sorgu yapılır. Çapraz sorgu, ancak yargılama aşamasına geçildikten sonra, yani mahkemede, “duruşmada” yapılır.
Çapraz sorguda keyfi olarak her soru sorulamaz. Duruşmayı yöneten yargıç, gereksiz, haksız soruların ne savcı ne de avukat tarafından sorulmasına izin vermemelidir. Özellikle, sanığı veya tanığı yönlendiren, yani ondan istenilen şekilde cevap alabilmek için onu zorlayıcı veya ona yol (kolaylık) gösterici mahiyette sorular sorulamaz.
Örneğin, bir cinayeti ihbar etmemiş bir tanığı sorumluluktan kurtarmak (veya, tam tersine onu kandırıp sorumlu tutabilmek) için, “korktuğunuz için ihbar etmediniz, değil mi?” diye soru sorulamaz (tabi, istisnai durumlar hariç). Çünkü, belki tanık başka bir nedenden dolayı ihbarda bulunmamış olabilir. Onun için, sorunun daha doğru olarak şöyle sorulması gerekir: “Cinayeti neden ihbar etmediniz?”. Yani, tanığa nasıl cevap vereceği hakkında serbestlik tanınması gerekir.
Ayrıca, haksız şekilde ön yargı (peşin hüküm) oluşturabilecek sorular da sorulamaz. Örneğin, kocasını öldürmüş bir kadına (ister “sanık” sıfatıyla isterse “tanık” sıfatıyla sorgulanmakta olsun), “siz zaten erkek düşmanısınız, değil mi?” şeklinde soru sorulamaz. Veya, “siz zaten şu siyasi partiye oy vermişsiniz, demek ki aşırı solcusunuz, değil mi” (veya, şeriatçısınız, ya da ülkücü faşistsiniz, vs.), şeklinde sorular sorulamaz.
Rivayete (söylenti ve dedikoduya) veya faraziyelere (varsayımlara) dayanan ya da yoruma açık, nisbi (göreceli, rölatif, sübjektif), aşırı genellemelere dayanan sorular da sorulamaz. Örneğin, “sanık hakkında diyorlar ki aşırı paraya düşkün birisiymiş, sizce de öyle mi?” şeklinde soru sorulamaz.
Genelde basit, kısa, karmaşık olmayan sorular sorulması gerekir. Tanık veya sanık, kolayca “evet” veya “hayır” ya da “yaptım/yapmadım”, “gördüm/görmedim”, “duydum/duymadım”, vb. şekilde cevap verebilmelidir. Ama, tabi bazen daha ayrıntılı yanıtlar (anlatımlar) gerektiren, olayların, duyguların ve düşüncelerin açıklanmasının istendiği (beklendiği) sorular da sorulabilir.
Özetle, çapraz sorgu, halkın gereksiz yere korkması gereken bir olay değildir. Teknik bir meseledir. Yukarıda çok kısaca anlatmaya çalıştığım soru yöntemleri dışında pek çok başka kuralları da vardır. İyi hukukçular tarafından çapraz sorgu yapıldığında, gerçeğin ortaya çıkarılması daha çabuk olur.
Davacı - Davalı
Ceza davaları dışındaki davalarda (yani, hukuk davalarında ve idari davalarda) taraflardan birine “davacı”, diğerine “davalı” denir. Davacı, davayı açan, yani mahkemeye başvurup işlemleri ilk başlatan taraftır. Örneğin, bir para alacak - verecek meselesinde, alacaklı taraf dava açar ve “davacı” olur, borçlu taraf ise “davalı” olur. Örneğin, bir boşanma davasında, boşanmak isteyen taraf “davacı” olur, öbür eş ise “davalı” olur.
Bazı davalarda, ortada kimseye karşı bir husumet, bir çekişme (ihtilaf), anlaşmazlık, vs. olmaz. Örneğin, bir kişi öldüğü zaman, onun mirasının belirlenip akrabaları arasında paylaştırılabilmesi için mahkemeden “veraset ilamı” çıkarmak gerekir. Bu dava “hasımsız” (“ihtilafsız”, “çekişmesiz”) davadır. Yalnızca davacı vardır, ama davalı yoktur. Örneğin, bir kişi kendi adını veya soyadını beğenmiyorsa (adı veya soyadı çirkinse, ahlaka aykırı çağrışımlar yapıyorsa, vb. durumlarda), adını değiştirmek için bir dava açabilir (“isim tashihi” davası). Bu dava da “hasımsız” davadır. Böyle pek çok “hasımsız” dava çeşiti vardır.
Karşı Davacı - Karşı Davalı
Bazı durumlarda bir kimse bir başka kişiden alacaklı olabilir ve aynı zamanda ona borçlu da olabilir. Örneğin, iki kişi birbirlerine mal satmışlardır ve her ikisi de birbirine olan borcunu ödememiştir. Böyle bir durumda, biri diğerine dava açınca, diğeri de ona karşı dava açabilir. İşte o zaman, taraflardan birine “davacı - karşı davalı” denir, ötekine ise “davalı - karşı davacı” denir.
Sanık - Mağdur - Müşteki (Şikâyetçi) - Müdahil - “SZG”
Ceza davalarında taraflara “davacı” veya “davalı” denmez. Suçlanan kişiye “sanık” denir. O kişi hakkında şikâyetçi olan kişiye ise “müşteki” denir. İşlenen suçtan doğrudan doğruya (direkt) zarar görmüş olan kişiye “mağdur” denir. Doğal olarak, genellikle, “müşteki” ile “mağdur” aynı kişidir.
Ama bazen, bir kimse kendisi bizzat şikayetçi olmasa bile, bir başka kişi o kişi adına şikayetçi olabilir. Örneğin, tecavüze (cinsel saldırıya) uğrayan küçük yaşta (18 yaşın altında) bir kişi adına, annesi veya babası da şikâyette bulunabilir. Bu durumda, tecavüze uğrayan kişi “mağdur” sayılır ama “müşteki” sayılmaz. Buna karşılık, annesi veya babası “müşteki” sayılır ama “mağdur” sayılmazlar.
Bir de “suçtan zarar gören” kişi (“SZG”) vardır. Örneğin, yukarıdaki olayda, tecavüze uğrayan kişinin bir sözlüsü veya nişanlısı olabilir. İşte, bu kişi de, “mağdur” sayılmaz, ama doğrudan doğruya olmasa bile, dolaylı olarak suçtan zarar görmüş sayılır. Bu kişiye, “suçtan zarar gören” kişi denir; onun da davada özel hakları vardır.
Bazı suçlar basit (kişisel) suçlar sayılır, hiç kimse şikâyetçi olmazsa, savcı dava açmaz, açamaz (hakkı, yetkisi yoktur), açsa bile mahkeme kabul etmez, savcının iddianamesini reddeder. Böyle basit suçlara “şikâyete bağlı suç” denir.
Bazı büyük suçlar ise bütün toplumu (halkı, kamuyu) ilgilendirir, bunlara “kamu davası” denir. Hiç kimse şikâyetçi olmasa bile savcılar dava açmak zorundadır. Örneğin, Atatürk’e (daha doğrusu, onun anısına, hatırasına) hakaret etmek, gıda maddelerine zehir katmak, mahkemede yalan söylemek (yalancı tanıklık yapmak), doğaya zarar vermek (çevreyi kirletmek), vb. suçlar.
Bazı suçlar, hem kişiseldir hem de bütün toplumu ilgilendirir. Örneğin, insan öldürmek, ciddi (ağır) şekilde insan yaralamak, bir kimseyi ağır bir şekilde dolandırmak, vs. İşte böyle durumlarda da, hiç kimse şikayetçi olmasa bile savcı dava açar, buna da “kamu davası” denir. Böyle davalarda, “mağdur” olan kişi şikâyetçi olsa bile, resmi olarak o kişiye “müşteki” denmez, “müdahil” (“katılan”) denir. Çünkü, dava “kamu davası”dır; mağdur kişi hem kendisinin hem de toplumun iyiliği (yararı) için açılan bu davaya “müdahil” olur. Tabi, istemezse “müdahil” olmaz ama o zaman, davayla ilgili bazı haklarını (örneğin, temyiz hakkını, vb.) kaybeder.
Müdafi - Vekil
Ceza davalarında, sanığın avukatına “müdafi” (“savunman”) denir; “vekil” denmez. Ceza davasındaki diğer tarafların (müşteki, mağdur, müdahil ve SZG) avukatına ise “vekil” denir.
Ceza davaları dışındaki bütün davalarda görev alan avukatlara da “vekil” denir.
Küçük (basit) suçlar için sanık istemezse avukat (müdafi) tutmaz. Hatta, başkaları (yakınları) onun için bir veya birden fazla avukat tutsalar bile, sanık hiçbir avukatı kabul etmemek hakkına sahiptir. Ama, büyük, önemli suçlar için, sanık istemese bile devlet ona bir avukat tutmak zorundadır. Bu avukatlara halk arasında genellikle “baro avukatı” denir. Yargıç (hatta, davadan önceki aşamalarda polis veya savcı) emir verir ve ilgili barodan resmi olarak bir avukat gönderilir. Bu avukat gelmezse, bazı işlemler yapılamaz, ertelenir. Çünkü, sanığın ciddi, önemli haklarının çiğnenmemesi (kaybedilmemesi) gerekir.
Soruşturma - Takipsizlik (KYO) Kararı - İddianame - Kovuşturma
Suçlarla ilgili olarak polislerin ve özellikle savcıların yaptıkları iş ve işlemlere genel olarak “soruşturma” (eski tabirle, “hazırlık soruşturması”) denir.
Önce polisler, daha sonra da savcı işlemlerini tamamladıktan sonra, savcı gerek görürse (kesin karara varırsa) bir “iddianame” hazırlar ve “ceza davası” açılması için mahkemeye (yargıçlara) gönderir.
Eğer mahkeme savcının iddianamesini kabul ederse (bazen, örneğin delil yetersizliği, vb. durumlarda kabul etmeyebilir), ceza davası açılmasına karar verir. İşte o andan itibaren “soruşturma” aşaması bitmiş sayılır; “kovuşturma” (yargılama, yani ceza davası) aşamasına geçilir.
Bazı durumlarda, savcı soruşturmasını tamamlar ve ceza davası açmamaya karar verir. Örneğin, delil yetersizliği, yasaların sonradan değişmesi, suçta özel af nedeni olması (bazı akrabalar arasındaki suçlar suç sayılmaz, dava açılamaz), vb. durumlarda. O zaman, savcı “kovuşturmaya yer olmadığına dair karar” (“takipsizlik kararı”) verir.
Savcının bu kararına karşın, şikâyetçiler, yetkili (yani, coğrafi sınırlara göre yetkisi olan) ağır ceza mahkemesine başvurup (itiraz edip) savcının bu kararının kaldırılmasını, yani ceza davası açılmasını isteyebilirler. Ağır ceza mahkemesinin başkanı (reisi), duruma göre karar verir. İsterse dava açılması (daha doğrusu, iddianame hazırlanması) veya meselenin daha fazla soruşturulması için savcıya emir verir, ya da itirazı (şikâyetçilerin isteğini) reddedebilir. Red durumunda, yeni deliller elde edilmedikçe (veya, başka istisnai olaylar olmazsa), artık soruşturma tamamen kapanmış demektir. Başvurulabilecek başka makam ve merci yoktur.
Şüpheli (Zanlı) - Sanık - Hükümözlü - Mahkum
Suçlanan kişiye soruşturma aşamasında “şüpheli” (eski tabirle “zanlı”) denir. Kovuşturma aşamasına geçilince, suçlanan kişi artık “şüpheli” sayılmaz, daha ciddi (ağır) bir kelimeyle, “sanık” sayılır.
Kovuşturma (yani mahkemedeki ceza davası yargılaması) sonunda sanık suçlu bulunursa “mahkum” edilir. Ama, aslında bu aşamada tam anlamıyla “mahkum” (hükümlü) sayılmaz. Onun yerine, “hükümözlü” sayılır. Çünkü, bazı basit (küçük) suçlar dışında, her sanığın temyiz (yani, bir üst mahkemeye başvurmak, itiraz etmek) hakkı vardır. Yani, sanığın cezası henüz kesinleşmiş sayılmaz. Ancak yüksek derecedeki mahkeme de cezayı onaylarsa, o zaman ceza kesinleşir ve sanık artık “mahkum” sayılır.
Arama - Yakalama - Suçüstü (Cürm-ü Meşhud) - Gözaltı (Nezaret) - Gözlem Altı (Müşahede) - Tutuklama (Tevkif)
Arama” kelimesi çeşitli anlamlarda kullanılır:
Bir kişinin yeri (adresi) bilinmiyorsa (örneğin, kaçaksa), bu kişinin bulunması için yapılan işe arama denir.
Bir kişinin üstünün - başının aranması (yani, üzerindeki giysilerinin elle, teknik cihazlarla yoklanması, incelenmesi) anlamına da gelir.
Bir kişinin evinin (konutunun, meskeninin) veya iş yerinin (büro, dükkan, şirket, depo, vs.) içinin (eşyalarının) ya da aracının (otomobil, tekne, gemi, uçak, vs.) aranması anlamına da gelir.
Bütün bunların yapılabilmesi için bazen yetkili polisin, ama çoğunlukla savcının ya da duruma göre yargıcın emri (izni) gerekir.
Yakalama”, bir kişinin bedensel olarak tutulması, zapt edilmesi, istediği başka bir yere gitmesine izin verilmemesi anlamına gelir. Gerekirse kelepçe takılır, kelepçe yoksa elleri başka türlü bağlanabilir. Ama, örneğin ayakları veya gözleri bağlanmaz, ağzı bantlanmaz, ağzının içine bez tıkılmaz, kafasına çuval geçirilmez, boynuna zincir vurulmaz, vb. zalimane muameleler yapılamaz.
Herhangi bir vatandaşı yakalamak için mutlaka bir yargıcın veya savcının emir vermesi gerekir. Polis, yalnızca çok istisnai durumlarda böyle bir emir olmadan da bir kimseyi yakalayabilir.
Yine bazı istisnai durumlarda, savcı, polise bir kimsenin bir yerden alınıp başka bir yere götürülmesi (genellikle savcının kendi huzuruna getirilmesi) emri verebilir. Bu, resmi anlamda bir “yakalama” emri değildir. Buna, genellikle “mevcutlu (veya, mevcuden) getirmek” denir. Bazen, “karakola davet” de denmektedir. Aslında, vatandaş bu “mevcutlu getirme” emrine (karakola davete) istemezse uymaz.
Suçüstü” (eski tabirle, “cürm-ü meşhud”) durumunda (yani, suçun işlendiği anda veya hemen akabinde (sonrasında), sıcağı sıcağına), polis, hatta her vatandaş bir başka vatandaşı yakalayabilir; yani herkesin suçüstündeki bir başka kişiyi yakalama hakkı ve yetkisi vardır.
Bir kimseyi “gözaltına” (“nezarete”) almak için yetkili savcının emri gerekir. Polisler, kendileri karar vererek hiç kimseyi gözaltına alamazlar.
Bir kimseyi “gözlem” (“müşahede”) altına almak ile “gözaltına almak” aynı şey değildir. İkisi farklı işlemlerdir. Örneğin, uyuşturucu bağımlısı veya alkolik bir kişi ya da tecavüze (cinsel saldırıya) uğramış bir kişi, kriz (travma, psikolojik, ruhsal bunalım, vb. yaşamasın diye) “gözlem altına” alınabilir. Bu, o kişinin “gözaltına alınması” demek değildir.
Bir kimsenin gözaltına alınabilmesi için mutlaka önce hakkında yakalama emri çıkarılması gerekmez. Örneğin, bazen bir kimse karakola veya savcılığa kendiliğinden (kendi isteğiyle) gidip teslim olabilir. Tabi ki, o zaman ayrıca yakalama emri çıkarılması gerekmez. Savcı, duruma göre, o vatandaşın hemen (doğrudan) gözaltına alınmasını emredebilir.
Bazen, bir kimse, teslim olmak için değil de, örneğin bir şikâyette veya ihbarda bulunmak, tanıklık yapmak, vb. işlemler için de bizzat karakola ya da savcılığa gitmiş olabilir. Ama, anlattığı olaylara göre, onun da suçlu olması olasılığı (ihtimali) varsa, savcının emriyle hemen gözaltına alınabilir.
Bir kimseyi “tutuklama” (“tevkif”), gözaltına almaktan da ağır (ciddi) bir işlemdir. Yetkili (yani, coğrafi bakımdan yetkisi olan) yargıç dışında hiç kimse başka bir kimseyi tutuklama emri veremez. Polisler, savcılar, hatta başbakan ya da cumhurbaşkanı bile hiç kimse hakkında tutuklama emri veremez.
Gözaltına alınan bir kişinin tutuklanması (yani, hakkında tutuklama kararı verilmesi) gerekiyorsa, savcılar tarafından, en geç belli bir süre sonra (genelde bir (1) gün (24 saat), bazen birkaç gün, büyük suçlarda (terör, çete, suç örgütü, vs.) yaklaşık bir (1) hafta) yetkili mahkemenin (genelde “sulh ceza yargıcının”) huzuruna çıkarılır ve tutuklama kararını ancak bu yargıç verebilir.
Tabi, bazı durumlarda, savcı önce bir kimseyi gözaltına aldırabilir ama sonra vazgeçip bu kişiyi serbest bırakabilir; yani tutuklanmasını istemeyebilir. O zaman o kişi elbette yukarıdaki şekilde mahkemeye (sulh ceza yargıcının huzuruna) sevk edilmez.
Savcının tutuklama talebiyle huzuruna bir kimse sevk edilince, yargıç, istemezse o kişiyi tutuklama kararı vermez ve serbest bırakır. Bu durumda, o kişi hakkında önceden verilmiş bir “gözaltı” kararı varsa, bu karar da kendiliğinden (otomatikman) kalkmış olur. Kişi, tamamen serbest kalır, istediği yere gidebilir.
Yargıç, mutlaka “tutuklama” veya “serbest bırakma” yönünde karar verir. Yani, ikisinin ortası olmaz. Örneğin, “şimdilik hiçbir karar vermiyorum, şüpheli kişi gözaltına alınmışsa gözaltında kalmaya devam etsin, sonra düşünürüm”, diye karar veremez.
Yargıç tarafından tutuklanmasına karar verilen kişi, polis veya jandarma tarafından hemen tutukevine (hapishanenin, cezaevinin, ceza infaz kurumunun tutuklular için mahkumlardan ayrılmış olan özel (hususi) bölümüne) gönderilir.
El Koyma - Müsadere
Herhangi bir suçta (yani, suçun işlenmesinde) kullanılan her türlü eşyaya devlet önce geçici olarak el koyabilir. Örneğin, her türlü silah (bıçak, tabanca, tüfek, vs.), uyuşturucu madde, sahte paralar, sahte evraklar, kamyon, otomobil, motosiklet, tekne, gemi, uçak, helikopter, hatta cep telefonu, bilgisayar, kalem, şişe, tencere - tava, ayakkabı, vs. her şey suç aleti olabilir. Hepsine el koyma kararı verilebilir.
Tabi ki, herhangi bir suç işlenerek elde edilen gelire de el koyulur. Örneğin, sahte rakı üretip satılarak elde edilen paralara devlet el koyar.
Ceza davasının (yargılamanın) sonunda, duruma göre el koyma kararı kaldırılabilir ve eşya sahibine iade edilebilir. Duruma göre, el koyma kararından da sert bir karar olarak, ilgili eşya hakkında “müsadere” kararı verilir. O zaman, eşya artık tamamen devletin (Hazine’nin) malı olmuş sayılır, sahibine iade edilmez.
Müsadere edilen eşyalar, bazı durumlarda, imha edilir (yakılır, eritilir, parçalanır, yok edilir, vs.). Örneğin, sahte paralar, zehirli maddeler, bazı uyuşturucu maddeler, vb. Bazı durumlarda ise, devlet bu eşyaları yeniden halka satışa (ihaleye, açık arttırmaya) çıkarabilir. Örneğin, taşıt araçları, cihazlar, aletler, giyim maddeleri, vb. her türlü işe yarayan eşyalar.
Tahliye (Salıverme) - Beraat - Davanın Düşmesi - Davanın Reddi - Davanın Kabulü - Kısmen Kabulü
Beraat etmek, ceza davası sonunda suçsuz, masum bulunmak (aklanmak) demektir.
Tahliye” (“salıverme”), bir kişinin tutukluluğunun kaldırılıp serbest bırakılması anlamına gelir. Ama, o kişi hakkında ceza davası sürüyorsa, o kişi “beraat” etmiş (aklanmış, masum, yani suçsuz bulunmuş) anlamına gelmez. Hakkındaki yargılama devam eder. Böylece, o kişi “tutuksuz” yargılanır. Tabi, gerekirse mahkeme emriyle tekrar tutuklanabilir. Şartlara göre tekrar serbest bırakılabilir, vs. Yani, bir kimse hakkında birden fazla kez tutuklama ve serbest bırakma kararı verilebilir.
Bir kimse hakkında “beraat” kararı verildiği anda, o kişi tutukluysa, tabi ki, mutlaka tahliyesine de karar verilir. Yani, örneğin, “seni suçsuz bulduk, beraat ettin ama bir hafta daha tutuklu kalacaksın”, vs. denemez.
Hakkında ceza davası açılan herkesin en baştan hemen tutuklanması şart değildir. Bazı kişiler (küçük, basit suç işleyenler, ağır, ciddi suç işlemiş olsa bile kaçmayacağına inanılan kişiler, çok yaşlılar, sakatlar, çocuklar, bazı hafif deliler (basit akıl ve ruh hastaları), vb.) hiç tutuklanmayabilir.
Bazı davaların sonunda, sanık ne suçlu ne de suçsuz sayılır. O zaman, dava “düşürülür”. Sanık yine serbest kalır.
Ceza davalarında, sonuçta böyle çeşitli kararlar verilebilir. Örneğin, “hükmün açıklanmasının geriye bırakılması” (“HAGB”), “adli kontrol”, “denetimli serbestlik”, “cezanın ertelenmesi”, “hapis cezasının para cezasına çevrilmesi”, vb.
Ceza davaları dışında (hukuk davalarında ve idari davalarda), “beraat” (masum), “mahkumiyet” (suçlu), vb. şekilde ceza hukuku kavramlarıyla karar verilmez. Hukuk davalarında ve idari davalarda, bazen davanın “kabulüne” karar verilir. O zaman, davacı haklı, davalı haksız çıkmış demektir.
Bazen, davanın “reddine” karar verilir. O zaman ise, davacı haksız, davalı haklı çıkmış demektir.
Bazen de, davanın “kısmen kabulüne, kısmen reddine” karar verilir. O zaman, davacı biraz haklı ama biraz da haksız, davalı ise keza biraz haklı ve biraz da haksız çıkmış sayılır. Örneğin, davacı (alacaklı), davalıdan (borçludan) bin (1000) lira almak için dava açabilir. Mahkeme, dava sonunda, davacının kısmen haklı olduğuna karar verip, altı yüz (600) liraya hükmedebilir. Böylece, davanın altı yüz (600) liralık kısmını kabul etmiş, dört yüz (400) liralık kısmını da reddetmiş sayılır.
Bazı durumlarda, hakim davayı (dosyayı) işlemden kaldırır (müracaata bırakır). Örneğin, bir davacı dava açtıktan sonra kendisi veya avukatı aracılığıyla davayı takip etmezse, duruşmalara gelmezse (veya avukatını göndermezse), mahkemenin istediği şeyleri zamanında yapmazsa, vb. şartları yerine getirmezse, mahkeme dosyayı (davayı) bir anlamda geçici olarak askıya alır. Yasal süre geçtikten sonra dahi davacı eksik işleri tamamlamazsa, dava tamamen ortadan kaldırılır. Duruma göre, sonradan davacı yeniden dava açabilir ama bazen de hakkını tamamen kaybetmiş olur, bir daha o meseleyle ilgili olarak dava açamaz.
Temyiz - İstinaf - Yüksek Yargı - İçtihatı Birleştirme Kararı (İBK)
Temyiz”, basitçe özetlersek, alt kademedeki bir mahkemenin verdiği bir kararı, üst kademedeki başka bir mahkemenin incelemesi (yeniden gözden geçirmesi, denetlemesi, kontrol etmesi) demektir. Çoğu zaman, ilk mahkemenin verdiği karar “kesin” (nihai, son) karar sayılmaz. Kesin kararın verilebilmesi için, alttaki mahkemenin verdiği kararın üstteki mahkeme tarafından da tasdik (teyid) edilmesi, “onaylanması” (“onanması”) gerekir. Üstteki mahkeme, alttaki mahkemenin kararını bazen onaylar, bazen “bozar” (iptal eder, geri çevirir, durdurur, askıya alır, reddeder), bazen de önce düzeltir (alttaki mahkemenin kararını biraz değiştirir) ve düzeltilmiş şekliyle onaylar (“düzelterek onama”). İşte bu işlemlere genel olarak “temyiz” (yüksek yargılama) denir.
Yazımın başlarında belirttiğim gibi, mahkemelerimiz arasında hiyerarşi (ast - üst) ilişkisi vardır. Örneğin, çeşitli illerimizde ve ilçelerimizde bulunan sulh mahkemesi, asliye mahkemesi, ağır ceza mahkemesi, vs. İşte bunların hepsinin üstünde, yalnızca başkentimiz Ankara’da bulunan en yüksek (merkezi) mahkemeler vardır. Bunlara “yüksek mahkemeler” denir.
Yüksek mahkemelerimiz şunlardır:
- Anayasa Mahkemesi
- Yargıtay
- Danıştay
- Askeri Yargıtay
- Askeri Yüksek İdare Mahkemesi (AYİM)
Bunların dışında bir de Sayıştay vardır. Tam anlamıyla bir mahkeme değildir. Genelde devletin, hükümetin mali (parasal) işlerini (bütçe, kesin hesap, vb.) kontrol eder, denetler.
Yukarıda sıralanan beş (5) adet yüksek mahkememizin hepsi (her biri) en üst mahkeme sayılır. Yani, bunların hepsi birbirine eşit kademededir; hiçbiri diğerinin işine karışamaz, hepsinin görevleri ve yetkileri ayrıdır. Örneğin, genel olarak, Yargıtay sivil vatandaşların “adli” (yani, hukuk ve ceza) davalarına bakar, Askeri Yargıtay ise askerlerin davalarına bakar. Birbirlerine karşı ast - üst ilişkisi yoktur. Benzer şekilde, Danıştay, sivil vatandaşlarla devlet (bakanlıklar, valilikler, kaymakamlıklar, belediye, vb.) arasındaki “idari davalara” bakar. Askeri Yüksek İdare Mahkemesi ise, askeri işlerle ilgili idari davalara bakar. Örneğin, askerler ile komutanları arasındaki davalar, Kara, Deniz ve Hava Kuvvetleri, Genelkurmay, vb. makamlarla ilgili davalar.
Yalnızca sivil idare hukuku açısından, ilgili yüksek mahkemeden (yani, Danıştay’dan) önce, “Bölge İdare Mahkemeleri” (“BÖM”) vardır. Bölge İdare Mahkemeleri, her ilimizde bulunmaz; yalnızca Ankara, İstanbul, vb. merkezi bazı illerimizde bulunur. Her Bölge İdare Mahkemesi’ne, o mahkemenin en yakınında bulunan illerin idare mahkemeleri bağlıdır.
Birkaç yıl önce, merkezi illerimizde buna benzer başka “bölge” mahkemeleri de kurulması kararlaştırılmıştır (“Bölge Adliye Mahkemeleri”). Bunlar da, Yargıtay’dan önce, bir ara kademe olarak, sivil - adli davaları kontrol edecektir. Ama, henüz resmen faaliyete geçmemişlerdir.
Genelde, bütün çağdaş devletlerde, bizdeki gibi böyle “temyiz” mahkemeleri (yüksek mahkemeler) vardır. Ayrıca, bazı devletlerde, bizdeki “bölge” mahkemeleri gibi, “istinaf” mahkemeleri vardır. İstinaf mahkemeleri, genel (basit) anlamıyla, en alttaki en küçük mahkemelerle, en üstteki en yüksek mahkemeler arasında, orta derecedeki (ara kademedeki) mahkemelerdir.
Nüfusu çok fazla olan ülkelerde, hele vatandaşları arasında çok dava olan ülkelerde, istinaf (ara kademe) mahkemeleri kurulması gereklidir. Yoksa, en basit davalar bile, temyiz için, en alttaki mahkemeden doğrudan (direkt) en üstteki (merkezdeki) mahkemeye gönderilmek zorunda kalır. O zaman da en üstteki mahkemenin iş yükü çok artar, davalar yıllarca uzar. Kısacası, böyle üç (3) dereceli mahkeme sistemi kurulması doğru bir iştir. Ama, tabi ondan sonra dört (4), beş (5), vs. dereceli mahkeme sistemi (düzeni) de olmaz. O zaman da davalar iyice karışır, adalet iyice gecikir.
Zaten, iş yükünü hafifletmek için, en üstteki merkezi (yüksek) mahkemelerde bile “daireler” (departmanlar, alt birimler) bulunur. Örneğin, bizde Yargıtay’da 1. Ceza Dairesi, 2. Ceza Dairesi, 3. Ceza Dairesi, 1. Hukuk Dairesi, 2. Hukuk Dairesi, 3. Hukuk Dairesi, vb. pek çok daire vardır. Hepsi, uzmanlığına (iş bölümüne) göre yalnızca belirli davalara bakar. Örneğin, terör, cinayet, yaralama, hırsızlık, boşanma, işçi hakları, denizcilik hukuku, vb. pek çok dava konusuna göre, davalar işte bu daireler arasında paylaştırılır. Her dairede de, birden fazla yargıç vardır. Hatta, bu yargıçlara yardım etmek için “tetkik” (ön inceleme) yargıçları vardır.
Bazen, dava konuları birbirine karışır, iç içe geçer. Çünkü, yasalar, tüzükler, yönetmelikler, vs. birbiriyle çelişir (çatışır). Ayrıca, zaman geçtikçe, toplumsal koşullar değişir, teknoloji ilerler, fiyatlar artar veya azalır, vb. önemli değişiklikler yaşarız. İşte bunların hepsi birbirine karıştığı zaman, yüksek mahkemelerin bizzat kendi içlerindeki dairelerin kararları bile birbirleriyle ters düşer; çelişkili, çatışmalı kararlar ortaya çıkar. İşte o zaman, yüksek mahkemenin kendi içinde özel bir daire, yani en yüksek daire, yeknesak (tekdüze), toparlayıcı, birleştirici, telif edici bir karar vermek zorunda kalır.
Örneğin, Yargıtay’da, bütün ceza dairelerinin üstünde, “Ceza (Daireleri) Genel Kurulu” ve bütün hukuk dairelerinin üstünde “Hukuk (Daireleri) Genel Kurulu” vardır. Danıştay’da da benzer şekilde, “İdari Dava Daireleri Genel Kurulu” vardır.
İşte bu genel kurulların verdikleri yargısal kararlara “içtihatı birleştirme kararları” (“İBK”) denir. Yani, daireler arasındaki farklı, çelişkili, çatışmalı kararlar tek bir karara, tutarlı bir sonuca bağlanır. Bu kararlar “yasalar” (kanunlar) kadar güçlüdür, geçerlidir, etkilidir. Genelde herkes (vatandaşlar, polisler, avukatlar, savcılar, yargıçlar, hatta başbakan, cumhurbaşkanı da dahil) bu kararlara kesinlikle uymak zorundadır. Bu kararlar ancak yeni bir yasa çıkartılarak ortadan kaldırılabilir. Yoksa, yürürlükte kalır.
Yüksek mahkemelerin verdikleri kararların bazıları Resmi Gazete’de, bazılarıysa özel olarak Yargıtay Dergisi, Danıştay Dergisi, vb. dergi, bülten, mecmua, İnternet, vb. yerlerde yayınlanmaktadır. Yüksek mahkemelerimiz dışındaki mahkemelerin kararları, halkın erişebileceği bir şekilde, düzenli olarak, herhangi bir yerde yayınlanmamaktadır.
İcra - İnfaz - Haciz - Şartlı Tahliye (Koşullu Salıverme)
Mahkemelerimizin verdikleri kesin (nihai) kararlar, emirler, hükümler, hemen (doğrudan, otomatikman, direkt olarak) uygulanmaz (tatbik edilmez). Yargıçlar bile kendi verdikleri kararları bizzat, kişisel olarak uygulayamazlar; çünkü bunu yapmaya hakları (yetkileri) yoktur. Yargıçlar yalnızca karar verirler, işlerin gerisini devletin diğer yetkili görevlilerine (polis, jandarma, infaz memuru, icra memuru, haciz memuru, vb.) bırakmak zorundadırlar.
Mahkemelerin kesin kararlarının hayata (fiiliyata) geçirilmesi için işte bu yetkili devlet görevlilerinin bu mahkeme kararlarını “icra” veya “infaz” etmeleri gerekir.
Ceza hukukunda, mahkemelerin kesin kararlarının uygulanmasına “infaz” denir. Örneğin, sanığın (mahkumun) hapishaneye konulmasına, para cezasının ondan tahsil edilmesine, bir malının müsadere edilmesine, vb. işlere “infaz” denir.
Ceza hukuku dışındaki davalarda, benzer işlere “infaz” denmez, “icra” denir. Örneğin, birinin malının (parasının, eşyalarının, evinin, otomobilinin, vs.) “haczedilmesi”, banka hesabının dondurulması (bloke edilmesi), bir çocuğun zorla alınıp boşanmış olan annesine veya babasına verilmesi, bir kiracının evinden veya dükkanından “tahliyesi” (çıkartılması), vb. işlerin hepsi “icra” yoluyla olur.
Ceza davaları dışında, özellikle alacak - verecek, para, çek, senet (bono), poliçe, vb. meselelerde, bazen hiç mahkemeye gitmek (dava açmak) gerekmez. Doğrudan devletin yetkili “icra dairesine” başvurulur. Yasal bir engel çıkmazsa, “icra müdürü” ve onun emrindeki “icra memurları” alacak - borç meselesini fiilen (resmen, yasal olarak) hallederler.
Bir kişinin malı haczedilirse, bu mala devlet el koymuş demek değildir. Yani, mal devletin malı olmaz, devletin hesabına (Hazine’ye) geçmez. Resmi memurlar bu malı istedikleri kişiye veremezler (satamazlar). Söz konusu mal genellikle “açık arttırmaya (ihaleye)” çıkarılır, halktan isteyen (en yüksek pey süren, en sonunda gereken bedeli ödeyen) kişiye satılır. Satış bedeli de borçlunun borcuna karşılık olarak (yani, borç miktarını eksiltmek için) kullanılır.
Şartlı tahliye (koşullu salıverme): Hapiste cezasını çekmekte olan bir mahkumun, iyi halli (uslu, disiplinli) davranması durumunda, şartlı (geçici) olarak serbest bırakılmasıdır. Tabi, bunun için, hapiste belli bir süre yatmış olması gerekir. Bu süre, mahkumun suçuna göre uzun veya kısa olabilir. Mahkum, şartlı tahliye edildikten sonra yeniden suç işlerse, şartlı tahliye hakkı yanar (iptal edilir), yeniden hapsedilir.
UYAP (Ulusal Yargı Ağı Projesi)
Devletimiz, birkaç yıl önce, hem vatandaşlarımıza hem de resmi (adli) görevlilere (yargıç, savcı, avukat, vb.) yardımcı olmak için, bilgisayarlar (İnternet) ve cep telefonları ve de uyumlu sabit hat telefonları (SMS, KMS, kısa mesaj servisi) üzerinden yeni bir sistem (haberleşme, muhabere, yazışma, telekomünikasyon) başlatmış bulunmaktadır. Bu sisteme kısaca UYAP (Ulusal Yargı Ağı Projesi) denmektedir. Bu proje, zaman geçtikçe geliştirilmektedir, büyümektedir, yaygınlaşmaktadır. Bu sistem sayesinde, her vatandaş, özellikle de adli görevliler, çeşitli yasal konularda, mahkemeler, davalar, icra - iflas işlemleri, vb. hakkında kolayca bilgi sahibi olabilmektedir.
Aşağıdaki İnternet adresinde, UYAP hakkında ayrıntılı bilgileri öğrenebilirsiniz:
UYAP sistemini kullanarak, sizi (şahsınızı) ilgilendiren adli meselelere T.C. kimlik (vatandaşlık) numaranızı yazarak kolayca ulaşabilirsiniz. Hatta, eğer elektronik imzanız (“e-imza”) veya cep telefonu ya da benzer bir cihaza bağlı olarak (SIM kart, vs.) imzanız varsa (“mobil imza”, “m-imza”, vb.), daha fazla bilgiye daha kolayca ulaşabilirsiniz.
Tahsin Dirse Yalçın
25 Ocak 2011

9 yorum:

  1. Muhteşem bir bilgi kaynağı elinize sağlık Teşekkürler

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Çok memnun oldum Burak Bey, teşekkür ederim.

      Sil
  2. Peki duruşmaya müdafi yani müdahinin avukatı katılmazsa davanın sonucu ne olur

    YanıtlaSil
  3. Peki duruşmaya müdafi yani müdahinin avukatı katılmazsa davanın sonucu ne olur

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Kesin birşey söylenemez. Davanın seyrindeki (gidişatındaki) başka şartlara bağlıdır.
      Sanırım sormak istediğiniz şu: "Dava otomatikman kaybedilir mi?" (müdahil açısından)
      Bir başka deyişle: "Sanık otomatikman beraat mi eder veya dava düşer mi? vb."
      Yanıt: Hayır.
      Sırf müdahil vekili duruşmaya gelmedi diye dava ne kaybedilir ne de kazanılır (kaybedilmez de, kazanılmaz da).
      Yani, sanık ne beraat eder ne de ceza alır. İkisi de kesin olarak söylenemez. Başka şartlara bağlıdır.
      Müdahilin avukatının (vekilinin) gelmesi veya gelmemesi, sonuç açısından mutlak (kesin) şartlardan değildir.
      Tabi, gelmeyen vekilin keyfi de beklenecek değildir. Yani, yargıç duruşmayı sürdürüp kararını her an verebilir (özellikle, vekil bir'den fazla oturuma gelmemişse).
      Esas olan, yargıcın, delillerin toplanmış olduğuna dair kanaatidir. Deliller tamamsa, yargıç hükmünü verir. Eksik kalan (ve esasa etkili) bir delil açısından müdahil vekilinin katkısı şartsa, beklenebilir. Ancak, bu katkı mutlaka duruşmaya (oturuma) gelerek sunulmak zorunda değildir. Vekil, delilleri mümkünse başka zaman da mahkemeye (kaleme) sunabilir (yazılı olarak veya ses / görüntü kaydı, vs.).
      Tabi, belirttiğim gibi, vekilin katkısı (duruşmaya gelerek veya gelmese bile başka yoldan delil sunarak) sonsuza kadar beklenecek değildir. Hakim, bir karara varır.
      Ceza davalarında (hukuk davalarına nisbeten) kararın hızlı (çabuk, gecikmeksizin) verilmesi esastır. Sanığı gereksiz yere mağdur etmemek (özellikle tutukluysa) veya mağduru bir an önce rahatlatmak (tazminat, kefaret (ceza), adli tedbir, vs.) için...
      NOT: Umarım sorunuzu doğru anladım. Ama yukarıda (makalemde) belirttiğim gibi:
      Ceza davalarında, sanığın avukatına “müdafi” (“savunman”) denir; “vekil” denmez. Ceza davasındaki diğer tarafların (müşteki, mağdur, müdahil ve SZG) avukatına ise “vekil” denir.

      Sil
  4. Dava günü avukat tutabilirmiyiz

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Elbette tutabilirsiniz.
      Hatta, değil aynı gün, duruşma (oturum) başladıktan sonra bile, o anda, "bu kişi benim avukatımdır" diyerek belirlediğiniz (gösterdiğiniz) kişi (avukat) -- kendisi de şahsen, bilfiil salonda bulunması şartıyla -- avukatınız olur. Hemen sizin adınıza savunma yapmaya (veya iddia, talepler öne sürmeye) başlayabilir.
      Noter onaylı resmi vekâletnameyi mahkemeye (kaleme) sonradan (başka bir gün) ibraz etseniz de olur.
      Çok özel (istisnai) bir durumla karşı karşıya iseniz (yani, aynı gün izin verilemeyeceğine dair bir engel yaşıyorsanız) konuyu daha açık, ayrıntılı yazarsanız iyi olur.

      Sil
  5. davama bakan avukat operasyondan dolayı tutuklanmış davam bu yüzden ertelendi bundan sonra davalarıma kim bakacak

    YanıtlaSil
  6. Hakkımda hagb verildi karşı tarafın avukatlık parasını benmi öderim

    YanıtlaSil